404 Not Found

404

Not Found

The resource requested could not be found on this server!


Proudly powered by LiteSpeed Web Server

Please be advised that LiteSpeed Technologies Inc. is not a web hosting company and, as such, has no control over content found on this site.

Neden Tesettür?


Neden Tesettür?

Bismillahirrahmanirrahîm

“Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunan (köleleri), erkeklerden, kadına ihtiyacı kalmamış (cinsî güçten düşmüş) hizmetçiler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye, ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz.” (Nur Suresi 31. Ayet)

Kadınların tesettürünün en önemli nedeni Allah rızasıdır. Allah’ın emridir ve başımızın üstünde yeri vardır. Bununla beraber tesettürün birçok hikmeti vardır.
Kim olursa olsun, ister ateist ister faşist ister feminist. Kadın ve erkek bir değildir ve bunu inkar edemezler. Kadın çok daha güzel ve değerlidir.

Etrafa bir bak. Çiçeklerde dişi organ en içte gizli bir yerdedir. Bir karpuzu günlerce saklayabilirsin ama kabuğunu bir soy ve nasıl çürüdüğünü izle. Güzel olan hep saklanır, gizlenir.

Kimse parasını çamaşır ipine mandallamaz. Korsanlar definelerini ıssız adaların bir köşesine gömerler. Zehri altın kadehte sunarlar ama hayat suyunun yerini bilen yok. Hayat suyu yok demeyin şimdi. Olsa yerini bilecek misin? Değerlidir ve sarıp sarmalarsın.

Allah da kadını değerli kılıp ondan güzelliğini gereksiz kişilerden saklamasını istemiş. Çirkin olmasını değil. Ya da güzel olmamasını değil. Kendini helalinden başkasından sakınmasını istemiş. Yaratan yarattığını hiç bilmez mi? Onun incinmemesi için bunu gerek kılmış. Hem kadını süslemeye meyilli yaratan O. Altın ve ipek erkeğe haramdır ama kadına değildir. Süslen ama helaline.

Aynı zamanda kadının erkekten daha kuvvetsiz bir yapısı vardır. Hem sığınmaya meyillidir, ister babası ister sevgilisi olsun, korunmayı sever ve ihtiyaç duyar. Güven ister. Kadınlarla dolu bir ortama giren bir erkek çok rahatsızlık duymaz ve belki fark etmez. Ama kadın belki bir iki tanesi dışında kendisine bakılmasından rahatsız olur ve bir an önce oradan uzaklaşmak ister.

Fıtratımızdır tesettür. Tesettür Rabbimiz’in bize sevgisidir. Bize verdiği değer ve yarın ahirette ateşe karşı perdemizdir. İslam’ın sancağıdır. Sığınak ve güven dolu bir zırhtır. Rengarenk giyinmekle, transparan gömlek ve şallarla, kenarlara çıkan saçlarla, dirseklere kadar sıvanan kollarla, tak tak topuklarla, düdük gibi boğazda sıkılan ve omuzlara dökülmeyen bazen yaprak gibi topuzun üstünde sallanan marka eşarplarla olmaz. Belinin kıvrımını ortaya çıkarıp seni çekici gösteren şeyleri tesettür sanma. Kendini kandırma.

Hz. Fatıma böyle değildi. Hz. Ayşe böyle değildi. Sen geçince insanlar seni arkandan uzun uzun seyrediyorsa ve sanki podyumda yürüyormuş gibiysen kendini kandırma. Allah’ın huzuruna çıkmaktan utanacak şekilde giyinmeyi bırak. Allah’ın senin kaderine yazdığı eşin hatırına ona ihanet etme. Sadakatsizlik etme. Başka hayatlarda kendini vitrine sunma. Hem kendine hem hayat arkadaşına yazık edersin. Unutma.

Sokakta kaldırım taşlarını sayarak yürüyen gençler var. Gözüme başka bir hanımın ya da beyin gözleri değmesin diye. Hadi onlar cennete gidecek diyelim. Sen nasıl gideceksin? Emin ol Allah’ın yanında daha güzeli var. Hz. Yusuf aleyhisselam kardeşleri tarafından kuyuya atılıyor, köle diye satılıyor, zindanlara düşüyor. Ama sonra her şey düzeliyor. Babasına kavuşuyor ve Mısır’da iktidar sahibi doluyor. Peki ya sonra?

“Ey Rabbim! Sen bana dünya mülkünden nasip verdin ve bana rüyaların tabirinden bir ilim öğrettin. Ey gökleri ve yeri yoktan var eden Rabbim! Benim velim sensin, benim canımı müslüman olarak al ve beni salih kulların arasına kat!” diye Rabbinden kendini yanına almasını istiyor. Düşünsene bir. Bu kokuşmuş dünyada az bir zevk için sonsuzunu feda ettiğini.

Başkaları ne der demeyi bırak. Onlar senin başından ölümü savamazlar. Senin elinden tutup cennete çekmezler. Allah’ın karşısında seni savunmazlar. Sen Allah rızası için sakla kendini. Her rengi helaline sakla. Allah de ve ötesinden vazgeç. O varsa her şey var. Ama O’nu kaybedersen senin sadece yarısı geçmiş atmış yetmiş yılın var. Bir sonsuzluk yanında, koca bir hiçin var. Değmez vazgeçemediklerin, vazgeçtiklerine.

Yazar: Semanur Topal

Ekim 31st, 2017

En Faziletli Dört Kadın


En Faziletli Dört Kadın

Çeşitli hadislerden öğrendiğimize göre, hanımların en faziletlileri dörttürler. Bunlar Firavun’un hanımı Asiye, İsa aleyhisselamın annesi Meryem, Efendimiz (asm)’in hanımı Hatice ile kızı Fatıma validelerimizdir.

Şurasını unutmamak gerektir ki, Allah (cc) kimseye rastgele lütufta bulunmaz, sebepsiz ikramlar ihsan eylemez. Bir ilahi lütuf ve ikram var mı, mutlaka yapılan kıymetli hizmetler, gösterilen yüce fedakârlık ve sabırlar var ki Rabb’imiz onun zerresini zayi etmeksizin sahibinin lehine değerlendirmiş, karşılığını vermiştir.

Şimdi düşünelim cennet hanımlarının ablaları makamına çıkanların fedakârlık ve sabırlarını. Hangi fazilet ve tahammülleri yüzünden yücelmişlerdir bu eşşiz makama. Bir göz atalım isterseniz.

Asiye validemiz kimin hanımı biliyor musunuz? Firavun’ın. Firavun gibi zalim ve aynı zamanda Allah’lık iddiasında olan haddini bilmez bir adama hanımlık yapmak az sabır mı ister, basit tahammülle mi yürütülür bu aile hayatı?

İkincisi: Meryem validemiz.

Rabb’imiz ana babasız Âdem (as)’i yarattığı gibi, babasız olarak da insan yaratabileceğini göstermek için İsa (as)’ı babasız olarak dünyaya göndermiştir. Bu mesajı alamayan çevre, Meryem validemizi itham ve iftira fırtınasına boğmuş, “Nereden peydahladın bu çocuğu?” diyecek kadar da ileri gitmiştir. İşte bu zulme sabredip tahammül gösteren Meryem validemiz olmuştur…

Üçüncüsü de Hatice validemiz… O da Efendimiz (asm) uğruna, yani beyinin hatırına bütün servetini feda etmekle kalmamış, bu yüzden senelerce açlık çekmiş, ekonomik ablukayı yaşamıştır. Buna rağmen asla müşteki olmayıp sabrı tercih etmiş. Karşılığında da cennet hanımlarının ablalığı söz konusu olmuştur.

Ya Fatıma validemiz? Onun sabrı bütünüyle yokluk üzerineydi. Hayatı boyunca arpa ekmeğine bile karnı doymamış, hep yokluk ve darlık içinde hayat sürmüştür.

Hatta bir defasında Efendimiz (asm) misafir olduğu bir evde önüne getirilen ikramı gözyaşları içinde yiyememiş de, yemeğinden ayırıp “Bunu da Fatıma’ya götürün, o üç gündür, böyle bir yemek ağzına almamıştır.” demek zorunda kalmıştır.

Ekim 31st, 2017

Dini Bilgi Nedir?


Dini Bilgi Nedir?

Din; Tanrı’yı, evreni, toplumu ve insanı açıklayan inanç sistemidir. Bir inanç sistemi olarak din, Tanrı inancına dayanır ve hem insanın iç yaşamını, hem de toplumsal yaşamı düzenler.

Dini bilgi, bilenle bilinen arasındaki bağın, itikatla, inançla kurularak elde edilen bilgi türüdür. Fizik yasalarının ötesinde bir yaklaşım olduğu için metafizik (fizikötesi) bilgiler olarak da değerlendirilir. Dini bilginin temel mantığı; evreni ve beni yaratan aşkın varlık (genellikle Tanrı) en doğru bilgiye sahiptir biçimindedir. “O hâlde doğru bilgi için onu dinlemeliyim, ona yönelmeliyim.” düşüncesi ortaya çıkar.

İnanç esasına dayanan dini bilgi dogmatiktir. Yani dogmalar (inaklar), tartışılmaz, bunların doğruluğundan kuşku duyulamaz. Bu açıdan dini bilgiler mutlaktır. Ancak mutlaklık o inanç sistemine inananlar arasındadır. Bir başka inanç sistemi için yine ve ancak kendi inançları mutlak, değişmez ve tartışılmazdır.

Dini bilginin doğruluk değeri nesnesine uygunlukta ya da doğaya uygunlukta aranmaz. Doğa, dini bilgiye uymuyorsa, yanlış o bilgide değil, doğanın kendisinde aranır. Dini bilgi, sistematiktir. Dünyaya özgün bir bakıştır. Kendi içinde mantıksal bir tutarlılık taşımaktadır. Ayrıca düzenleyici, yaptırım gücüne sahiptir. Genellikle örgütlüdür.

Özetle dini bilgi;

– İnanca dayanır,
– Dogmatiktir,
– Sistematiktir,
– Doğaya uygunluk aranmaz.

Derleyen: Sosyolog Ömer YILDIRIM

Ekim 31st, 2017

İSLAM AHLAKI


İSLAM AHLAKI

İslâm Dini kadar güzel ahlaka önem veren bir başka din veya düşünce sistemi göstermek mümkün değildir. Öyleki Peygamber Efendimiz “İslâm, güzel ahlâktır” buyurmuştur. Hz. Peygamberin güzel ahlâka teşvik eden bir çok güzel sözü vardır.

“Mü’minlerin îmanca en kamil olanı, ahlâkI en güzel olanıdır” “İçinizden en çok sevdiklerim ve kıyamet gününde bana en yakın olanlarınız, ahlaki en güzel olanlarınızdır” hadisleri bunlardan sadece ikisidir. Kur’an-ı Kerim’de adalet, ahde vefa, affetme, alçak gönüllülük, ana-babaya itaat, sevgi, kardeşlik, barış, güvenirlilik, doğruluk, birlik, beraberlik, iyilik, ihsan, iffet, cömertlik, merhamet, müsamaha, tatlı dilli olma, güler yüzlülük, temiz kalplilik gibi güzel ahlâki hasletlere teşvik eden ve zulüm, haksizlik, riya, haset, gıybet, çirkin sözlülük, asık suratlılık, cimrilik, bencillik, kıskançlık, kibir, kin, kötü zan, israf, bozgunculuk… gibi kötü hasletlerden nehyeden pek çok âyetin yer alması, Kur’an’da ahlaka ne kadar önem verildiğinin bir göstergesidir.

Peygamber Efendimizin güzel ahlaka teşvik eden ve kötü hasletlerden nehyeden hadisleri ise neredeyse bir kitap oluşturacak kadardır. O sadece bu sözleri söylemekle kalmamış, güzel ahlaki bizzat yasayarak insanlara örnek olmuş ve öğretmiştir.

Bu yüzden O’nun ahlaki, İslâm ahlakinin en güzel tatbikatını oluşturmaktadır. İste bu sebeple burada peygamberimiz Hz. Muhammed’in güzel ahlakından az da olsa sözetmek istiyoruz(*). Çünkü O gerçekten en güzel örnektir:

Peygamber Efendimiz güler yüzlü, nazik tabiatlı, ince ve hassas ruhlu idi. Kati yürekli, sert ve kırıcı değildi. Ağzından sert ve kaba hiçbir söz çıkmazdı. Başkalarını tenkit etmez, kimsenin ayıbını yüzüne vurmazdı. Yanlış ve hoşlanmadığı bir davranış görürse “içinizden bazı kimseler, söyle söyle yapıyorlar…” Şeklinde, bu davranışları yapanların kim olduklarını belli etmeden ve hiç kimseyi kırmadan yanlışı ve hataları düzeltirdi. Kimsenin sözünü kesmez, konuşması bitinceye kadar dinlerdi. Tartışmayı sevmez, sözügereğinden çok uzatmazdı. Kendini ilgilendirmeyen şeylerle meşgul olmaz, kimsenin gizli hallerini araştırmazdı. Allah’a hürmetsizlik olmadıkça, sahsına yapılan kötülükleri, ne kadar büyük olursa olsun, bağışlar, eline imkan geçince öç almayı düşünmezdi.

Son derece iffet ve haya sahibiydi. Bütün insanları eşit tutar, zengin fakir, efendi-köle, büyük-küçük ayrımı yapmazdı. Her bakımdan kendisine güvenilirdi. Verdiği sözü mutlaka zamanında yerine getirirdi. Dürüstlükten ayrıldığı, saka bile olsa yalan söylediği hiç görülmemiştir. Bu yüzden O’na henüz peygamberlik verilmeden önce “Muhammed’ül-Emin” denilmişti. Nitekim Peygamberliğini haber verdiği zaman, iman etmeyenler bile O’na “yalancı, yalan söylüyor” diyememiştir. En yakın akrabalarını safa tepesinde toplayıp onlari İslâm’a davet için, “Size su dağın arkasında düşman atlılarının bulunduğunu söylesem, bana inanırmısınız?” dediği zaman: “Hepimiz inanırız. Çünkü sen yalan söylemezsin” diye cevap vermişlerdi. Kendisi böyle olduğu gibi, herkesin dürüst olmasını isterdi. “Doğruluktan ayrılmayınız, çünkü doğruluk, iyilik ve hayra götürür. İyilik ve hayır da, kişiyi Cennete ulaştırır. Kişi doğru söyleyip doğruluğu aradıkça, Allah katında sıddıklar zümresine yazılır. Yalan sözden ve yalancılıktan sakınınız; Çünkü yalan insani kötülüğe sevkeder. Kötülük de kişiyi Cehennem’e götürür. İnsan yalan söylemeğe ve yalan aramağa devam ede ede, Allah katında nihayet yalancılardan yazılır” buyurmuştur.

Rasûlüllah (s.a.v.) insanların en cömerdi ve en kerimiydi. Eline gecen her şeyi muhtaçlara dağıtır, kimseyi eli boş çevirmezdi. (*)

Peygamberimizin ahlakini özetleyen bu kısım. Kısmî tasarruflarla İrfan YÜCEL’in “Peygamberimizin Hayati” adli eserinden iktibas edilmiştir. Son derece mütevâzı ve alçak gönüllü idi. Bir topluluğa geldiğinde, kendisi için ayağa kalkılmasını istemez, nereyi bos bulursa, oraya otururdu. Arkadaşları arasında otururken ayaklarını uzatmazdı. Arkadaşları her işini yapmayı kendileri için şeref ve cana minnet saydıkları halde, bütün islerini kendi görür, ev islerinde hanımlarına yardim ederdi. Methedilmesini ve aşırı hürmet gösterilmesini istemezdi. Fakir kimselerle düşüp kalkmaktan, yoksulların, dulların, kimsesizlerin islerini görmekten zevk alırdı. Bulduğunu yer, bulduğunu giyer, hiç bir şeyi beğenmemezlik etmezdi. Yiyecek bir şey bulamayınca, aç yattığı da olurdu.

Bütün islerini tam bir düzen ve nizam içinde yapardı. Namaz ve ibadet vakitleri, uyku ve istirahat için ayırdığı saatler, misafir ve ziyaretçilerini kabul edeceği hep belliydi. Vaktini boşa geçirmez, her ânini faydalı bir isle değerlendirirdi. “İnsanların çoğu, iki nimetin kıymetini takdirde aldanmışlardır: “Sıhhat ve boş vakit”, buyurmuştur.

İnsanı en yakından tanıyan, onun iç yüzünü ve bütün gizli hallerini en iyi bilen, şüphe yok ki eşidir. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) ilk vahiyden sonra gördüklerini anlattığı zaman eşi Hz. Hatice:

“Allah’a yemin ederim ki, Cenâb-ı Hak hiç bir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen akrabanı gözetirsin, işini görmekten aciz kimselerin ağırlıklarını yüklenirsin, fakire verir, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın. Müsafiri ağırlarsın, Hak yolunda herkese yardım edersin…” diyerek O’nun peygamberliğini hemen kabul etmiş, en küçük tereddüt göstermemiştir.

Çocukluğundan itibaren Medine’de 10 yıl hizmetinde bulunan Hz. Enes: “Rasûlüllah (s.a.v)’e 10 yıl hizmet ettim. Bir kere bile canı sıkılıp, öf, niçin böyle yaptın, neden şunu yapmadın, diye beni azarlamadı” demiştir.

Peygamber Efendimizin bizzat yaşayarak, uygulayarak çizdiği bu ahlaki tablo, hiç şüphesiz İslâm ahlâki hakkında bir fikir vermektedir.

*Kendisi için istediğini başkası için de istemek, kendisi için arzulamadığını başkaları için de arzulamamak,

*Olduğu gibi görünmek ya da göründüğü gibi olmak,

*Küçüklere sevgi büyüklere saygı,

*Affetmek, hoşgörülü davranmak, başkalarının kusurlarını araştırmamak,

*Öfkeye hakim olmak,

*Sözünde durmak, ahde vefa göstermek,

*Doğruluk ve dürüstlükten zerrece taviz vermemek,

*Güvenilir olmak,

*Kibirden gururdan sakınmak mütevazî olmak,

*Cimrilikten, tamahtan uzak durmak,cömert olmak,

*Her hususta sabırlı olmak,

*Asla adaletten ayrılmamak,

*Maddi ve manevi temizliğe riayet etmek,

*Allah’ın kendisine verdiği sağlığına ve sıhhatine çok dikkat etmek,

*Boş vakitlerini hayırlı işlerde değerlendirmek,

Ve benzeri yüzlerce muazzam ahlâkî prensibe özenle yer veren İslâm ahlakını her yönüyle tanımak için bu konuyu geniş olarak inceleyen eserlere müracaat etmek gerekmektedir.

Ekim 31st, 2017

En iyi instagram takipçi hilesi burada sizleri bekliyor


En iyi instagram takipçi hilesi burada sizleri bekliyor

Takipcikusu.net adlı web sitesi üzerinden yapacağınız beğeni ve takipçi alışverişleri sayesinde, instagram hesabınızı çok daha aktif bir hale getirebilirsiniz.

Site üzerinden instagram takipçi paketi sipariş edenler, instagram’da geniş kitlelere hitap etmenin avantajlarını yaşayabilecektir.

Takipcikusu.net platformunda sizleri çeşit çeşit instagram takipçi hilesi de bekliyor olacak. Buradan beğeni hilesi alma fırsatı da bulabilirsiniz.

İnternet üzerinden beğeni, takipçi ya da yorum satın almayı planlayan herkesi, takipcikusu.net sitesine davet ediyoruz. Siz de siteyi beğendiğiniz takdirde, instagram kullanan dostlarınıza mutlaka öneriniz.

Instagram’da fenomen olmak gibi bir hayaliniz var ise, bu hayalinizi takipcikusu.net ile birlikte gerçekleştirmeniz mümkün olabilecektir.

Ekim 10th, 2017

Anne rızası


Anne rızası

Rahman ve Rahim olan Allah’a hamd-ü senâlar olsun. Allah’ım, Kur’an-ı Kerim’de zikredilen şeyler sayısınca Muhammed’e (s.a.v.) salât ve selâm eyle.

Feridüddin Attâr, Tezkiretü’l Evliya adlı eserinde naklediyor ki:
Ebu Hasan Harakanî Hazretleri “anne hakkı” bahsi ile ilgili şöyle bir kıssa anlatırdı;

“Anneleri hayatta ve bakıma muhtaç olan iki kardeş vardı.

Sırayla annelerine hizmet ederler, boşta kalan da Allah’a ibadetle meşgul olurdu. Bir gün kardeşlerden birisi Allah’a ibadetten

o kadar haz aldı ki, kardeşinden kendi nöbetinde de annesine hizmet etmesini rica etti. Kardeşi seve seve kabul etti.

O gece ibadetle meşgul olan kardeş, sabaha karşı uyuyakaldı.

Rüyasından bir ses: ‘Kardeşini affettik, seni de onun hürmetine bağışladık!..’ Hayret içinde kalan genç

‘Ben Rabbime ibadeti tercih ettim, o ise annemize hizmet ediyor. Bu nasıl olur?’ dedi.

O mübarek ses tekrardan ‘Senin yapmış olduğun ibadete bizin ihtiyacımız yok, oysa annenizin, kardeşinin hizmetine ihtiyacı vardı.’ dedi.”

Gene Attâr Hazretleri’nin aynı eserinde Bayezid-i Bestamî’nin (k.s.) şöyle buyurduğu nakledilir:
“İşlerden en sonuncu olarak bildiğim iş, hepsinden önde geliyormuş!

Bu, anne rızasıdır!”

Eylül 17th, 2017

Tarif, hakikatin yoludur, kendisi değildir


Tarif, hakikatin yoludur, kendisi değildir

Marifet yolunda ilk aldığımız derslerden birisidir: Bu, sonu olmayan, inşaallah cennette de devam edecek bir tedrisin başıdır!

Gayba dair bütün tarifler gidip en sonunda ‘bilinmezliğe’ dayanıyor. Kimisi onu ‘beş duyu organıyla bilinemeyenler’ olarak anlatırken, kimisi de ‘Allahın bildirmesi dışında bilinemeyecekler’ olarak izah ediyor. Tanımların tamamının hakikatin bir köşesini ifade ettiğini düşünüyorum. Ama hakikat tariflerden ibaret değildir. Tariflerin yetişmek istediğidir. Zaten tarifin asl-ı hizmeti odur ki; hakikate giden yolda ‘hakikat avcısına’ mihmandar olabilsin. İlk adımı attırabilsin. Fakat perde olmasın. Ama gölge etmesin. Zaten avcı da hakiki ise bilir ki; tarif, hakikate giden yoldur sadece. Hakikatin kendisi değildir.

Ben de birşeylerin etrafında geziyorum. Varıyor muyum, uzaklaşıyor muyum, bilinmez. Yolculuğumun bittiği yer, seninkinin başladığı yerdir sadece. Hayırda yarışıyoruz ama birbirimizi geçmeden. Gıpta damarını tahrik etmeden. Bir çemberin çeperlerinden merkezine koşan çocuklar gibiyiz. Kâbenin etrafındaki saflar gibiyiz belki. Aramızdaki hakikat o kadar büyük ki bazı birbirimizi de göremiyoruz. Ama yönümüz/kıblemiz aynıdır bizim.

Yazmakla ne yapıyorum? Koştuğum kısmı tarif ediyorum sana görebilesin diye. Dilerim sen de bir gün kendi yolunu bana tarif edersin. Böyledir bizim halimiz. Fazlası değil. Hele ‘son’ hiç değil. Marifet yolunda ilk aldığımız derslerden birisidir: Bu, sonu olmayan, inşaallah cennette de devam edecek bir tedrisin başıdır! Birinci Söz’den beridir böyle: Hem bismillahla başlarız hem bismillaha başlarız. Tarif kendisiyle işaret edileni anlamanın ilk adımı olur. Hz. Âdem efendime, talim-i esma ile sonsuzluğun ilk müjdesini tattıran Allah’a hamdolsun. Hiç bitmeyecek olanı öğrenmeye başlamak bitmeyecek tedrisin müjdesidir çünkü.

Buraya varırken nefes alalım. Sana bencileyin bir gayb tarifi yapacağım. Gaybın, dünyamda nasıl yansıdığını anlatamazsam, bundan sonra söyleyeceklerimi de bina edemem. Bence gayb, ikinci bir akıl/kalp yürütmeye ihtiyaç duymayacağımız şekilde bize sunulan şahitlik alanının dışında kalan herşeye tekabül ediyor. Yani malumatımızın dışında kalan herşeye… Çünkü aynı kökten gelen ‘gıybet’ gibi, ‘gıyabında konuşmak’ gibi kimi kullanımlar, onun, bireysel şahitliğimizin dışındaki alana dair olabileceğini de gösteriyorlar. (Bu noktada mana-yı isminin, mana-yı harfiden farkı/zenginliği; birincisinde yalnızca nesnenin kendisine, ikincisinde nesnenin arkasındaki gayba ferasetle nazar etmesidir veya en azından hesaba katmasıdır.)

Diyelim birşeyin şahidi oluyorsun. O şahidi olduğun şeyden sonra, hâlâ şahidi olamadığın her ne varsa, onlar senin gaybındır. Hepimizin şahitlik seviyesi de farklıdır üstelik. İmam-ı Mübin’den Kitab-ı Mübin’e düşen, oradan da bizim nazarlarımıza isabet eden kısımlar, değişiyor. Ehadiyet bize özel bir gılaf giydiriyor onlara. Kulluğumuz da bunu arttırma çabamız oluyor. Daha çok şeye şahit olma çabası. Bana öyle geliyor ki; ayet-i kerimenin övdüğü; ‘gayba inananlar’ bir yönüyle de, işte, bu bilme yolculuğunun hiç bitmeyeceğini kabul edenlerdir. Allah Resulü aleyhissalatuvesselam misali; “Seni hakkıyla bilemedik ya Maruf!” diyenlerdir.

Bizim için her zaman birşeyler gayb kalacaktır. Hakikat, her tarafı aşikâr olmuş, sonuna gelinmiş olmayacaktır hiçbir zaman. Zaten, bilmedikleri birşeyler olduğunu kabul edenler ki, yeni şeyler öğrenmek de ancak onlara nasip olur. İlmin başlangıcı cahilliğin kabulüdür. Şimdi sen söyle arkadaşım: Cahiliyeyi cahiliye yapan nedir? Bilmemek mi? Yoksa bilmediğini bilmemek mi? Bence bütün cahilliklerin ‘gaybında birşeyler olduğunu inkâr etmekle’ bir ilgisi var. “Onlar (takva sahipleri), gayba inanırlar, namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan yerli yerince sarfederler…” ayeti bunu da ihtar ediyor âdeta.

Şahit olunan âlemin dışında, şahit olamadığımız birşeylerin de varlığını önce kabul etmek, farketmek, sonra o kabul ve farkındalığı arttırmaya çalışmak. Buna açmak kalbini ve ruhunu. Senden ötesine açmak. Bildiğinden ötesine açmak. Beklemek. “Öyleyse, sen kalbinin gözüyle, ruhunun nazarıyla kendini ona mukabil tut ve gözünü ona tevcih et, bekle. Belki kendi kendine gelir…” dersini almak Bediüzzaman’dan. Uyananları uyandıran bu. Uyanmayanların uykularını ağırlaştıran da.

Birşeyi k(g)aybetmek’ten çektiğimiz korkuyu ve acıyı hatırlayalım bu arada. Acaba g(k)ayba iman etmek, birşeylerin yokluğunu ve açlığını çektiğimize iman etmek de olabilir mi? Tamam olmadığımızı, vahiy olmadan da tamam olamayacağımızı, hep eksik birşeylerin kalacağını kabul etmek mi? Mesela; dua etme açlığını, Allaha bütün güzel isimleriyle inanma ihtiyacını, bekaya erme açlığını, ibadet etme ihtiyacını. Varlığın şahit olduklarımızdan ibaret olmadığına inanmaya muhtaçlığımızı. Bunları, k(g)aybettiğimiz birşeyi arar gibi aramak mı gayba iman etmek?

Fıtratımızın derununa insek, daha bunlar gibi bir sürü açlığımız var, hepsini göreceğiz. Hatta her ne ki imana dahildir; inanmayan birisi için, o, fıtratının kaybettiği yanıdır kanaatimce. İbadet de zaten bu açlıkları giderir. “Cenab-ı Hak senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın…” Belki ayetin devamında namazın rızıkla birlikte zikredilmesindeki hikmet de bu. Yani muhtaçlıklarımızı farkedişimizin ifadesi ibadetler. Rızka ne kadar muhtaçsan namaza da o derece muhtaçsın. O yüzden yanyana anılıyorlar. Farkettiğin açlık farketmediğine işaret ediyor.

Yazar: Ahmet Ay

Eylül 17th, 2017