Al-i İmran Suresi, 1 – 9 Ayetleri Tefsiri


1- الم “Elif Lâm Mîm.”

2- اللّهُ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ “Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayandır.”

الْحَيُّ الْقَيُّومُ Hayy – Kayyum’dur.”

Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Allahu Teâlânın ism-i azamı üç sûrededir:

-Bakarada

-Âli İmran’da

-Taha sûresinde.

Bu üç sûrede Hayy- Kayyum isimleri beraber zikredilmektedir.[1>

3- نَزَّلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقاً لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ “O, kendisinden öncekileri doğrulayıcı olan Kitab’ı sana hak ile indirdi.”

Ayet metninde geçen tenzîl, peyderpey indirmeyi ifade eder.

Hak ile indirilmesi,

-Adaletle,

-Doğru haberlerle

-Allah katından olduğunu gösteren delillerle indirmesini anlatır.

وَأَنزَلَ التَّوْرَاةَ وَالإِنجِيلَ “Ve O, Tevrat’ı ve İncil’i indirdi.”

Hz. Musa ve Hz. İsaya da bir bütün olarak Tevrat ve İncili indirdi.

4- مِن قَبْلُ هُدًى لِّلنَّاسِ “(O bunları) daha önce insanlar için birer hidayet olarak (indirdi.)”

Bunları, Kur’anın tenzilinden önce indirdi.

Şayet “bizden öncekilere gelen şeriatla ibadet ederiz” dersek, ayette ifade edilen “insanlar” ifadesi genel bir mana taşır. Yoksa, bundan murat Tevrat ve İncile muhatap olan Yahudi ve Hıristiyanlardır.

وَأَنزَلَ الْفُرْقَانَ “Ve Furkan’ı da indirdi.”

Furkan dan murat, bütün ilâhî kitaplardır. Çünkü onlar, hak ile batıl arasını ayırmaktadırlar.

Bunun üç semavi kitaptan sonra zikri, bunların dışındaki ilâhî kitapların da furkan özelliğini nazara vermektir. Sanki şöyle demiştir: Bunların yanında diğer hak ve batılı ayıran kitapları da indirdi.

Furkan’dan muradın Zebur ve Kur’an olduğu da söylenmiştir.

“Bundan murat Kur’andır” dediğimizde Kur’anı bir özelliği ile zikretmek, onu medih ve tazim içindir, aynı zamanda üstünlüğüne bir işarettir. Yani, Kur’an nüzul ile gönderilen bir vahiy olmakta onlarla müşterektir. Mu’cize olması, hak yolda olanla batıl yolda olanı ayırması cihetiyle ise, onlardan temayüz eder, ayrılır.

Furkan’dan murat mu’cizeler de olabilir.

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِآيَاتِ اللّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ “Şüphesiz, Allah’ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır.”

Allahın gerek kelâmî gerekse tekvînî ayetlerini yalanlayanlar, için küfürleri sebebiyle çok şiddetli bir azap vardır.

وَاللّهُ عَزِيزٌ ذُو انتِقَامٍ “Allah, Azîz’dir – İntikam sahibidir.”

Allah Azîz’dir; galiptir, azap vermesine engel olunamaz.

İntikam sahibidir; hiçbir intikam alan, Onun gibi alamaz.

Ayet, tevhidin anlatımından ve nübüvvetin isbatında temel esasın ne olduğunun bildirilmesinden sonra getirildi. Bunda, meselenin büyüklüğünü bildirme ve ondan yüz çevirmekten sakındırma vardır.

5- إِنَّ اللّهَ لاَ يَخْفَىَ عَلَيْهِ شَيْءٌ فِي الأَرْضِ وَلاَ فِي السَّمَاء “Şüphesiz Allah’a yerde ve gökte hiçbir şey gizli kalmaz.”

Âlemde küllî cüzî, iman küfür ne varsa bunların hiçbiri Allaha gizli değildir. Âlemde olanların hepsi arz ve sema ile ifade edildi, çünkü insanın duyuları bunları aşamaz. Önce arzın söylenmesi, aşağıdan yukarıya doğru bir terakki sanatıdır. Ve ayrıca arzın zikrinden maksad, onda yapılan hatalara dikkat çekmek içindir.

Allahın her şeyi bilmesi, Hayy (ezeli-ebedi hayat sahibi) olmasına bir delil gibidir.

6- هُوَ الَّذِي يُصَوِّرُكُمْ فِي الأَرْحَامِ كَيْفَ يَشَاء “O, sizi rahimlerde nasıl dilerse öyle şekillendirir.”

“O sizi rahimlerde muhtelif sûretlerde dilediği şekilde tasvir eder.”

Bu da Allahın Kayyum oluşuna delil gibidir. Aynı zamanda biraz önce ifade edilen “Şüphesiz Allah’a yerde ve gökte hiçbir şey gizli kalmaz.” hakikatine de ana rahmindeki ceninde Allahın tasarrufu ve tasvirini nazara vererek bir delil getirmek vardır.

لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ “O’ndan başka ilâh yoktur.”

Çünkü O’ndan başkası, O’nun bildiklerinin tamamını bilemez, O’nun yaptıklarının bir mislini yapmaya güç yetiremez.

الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ “O, Azîz’dir –Hakîm’dir.”

Ayetin bu kısmı, Cenab-ı Hakkın kudretinin kemâline ve hikmetinin sınırsız oluşuna bir işarettir.

Denildi ki: Bu, Hz. İsanın Rab olduğuna iddia edenlere karşı bir delildir. Çünkü Necran heyeti Hz. Peygamberin yanına gelmiş, bu konuda tartışmıştı. Bunun üzerine sûrenin evvelinden itibaren seksen küsur ayet nâzil oldu.

Bu ayetlerde onların fikirlerine karşı deliller getirildi ve şüphelerine cevap verildi.

7- هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ “O Allah ki, Kitab’ı sana indirdi.”

مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ “Onun bazı âyetleri muhkemdir.”

Bu ayetlerin ibaresi muhkemdir, mücmel veya başka manalara muhtemel olmaktan korunmuştur.

هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ “Onlar ümmü’l- kitaptır.”

Ümmü’l Kitab, kitabın aslıdır, diğerleri ona müracaatla anlaşılır.

وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ “Diğerleri de müteşabihtir.”

Müteşabih ayetler, mücmel (öz) oluş veya zâhire (dış görünüşe) muhalefet gibi sebeplerle manası açık olmayan ve çeşitli manalara gelmesi muhtemel bulunan ayetlerdir. Bunlardan muradın ne olduğu, ancak araştırma ve tefekkürle bilinir.

Bazı ayetlerin bu şekilde müteşabih gelmesi,

-Bunları bilenlerin üstünlüğünün açığa çıkması,

-Bu alimlerin bunları düşünmede ve bunlardan muradın ne olduğunu anlamada gereken ilimleri tahsil hususunda gayretlerinin artması içindir. Ta ki bunların manalarını çıkarmada zihin yorarak, bunlarla muhkem ayetler arasında uygunluk bularak en yüksek derecelere ulaşabilsinler.

Ama “Bu öyle bir kitaptır ki, âyetleri muhkem kılınmıştır.” (Hûd,1) ayetindeki nazara verilen muhkemlik, Kur’an ayetlerinin mana bozukluğundan ve lafzın rekâketinden korunmuş olmasıdır.

Başka ayette geçen “Allah, sözün en güzelini müteşabih, mesani (ahenkli) bir kitap olarak indirdi.” (Zümer, 23) ifadesindeki müteşabihlik, Kur’an ayetlerinin mananın sahihliğinde ve lafzın cezaletinde birbirine benzemesidir.

فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ “Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık te’vilini yapmak için müteşabih âyetlerin ardına düşerler.”

Kalplerinde eğrilik olanlar, ehl-i bidâ olmak gibi, kalbinde haktan sapmak özelliği bulunanlardır.

Yani, bunlar müteşabih ayetlere ilgi duyarlar, bunları zâhirine göre değerlendirirler veya batıl te’vil ile te’vil ederler.

Bunların müteşabih ayetlere ilgi duyması,

-Şüphe uyandırarak,

-Birbirine karıştırıp yanlış mana vererek,

-Muhkem ve müteşabihi birbiriyle çelişir göstererek insanları din konusunda fitneye düşürmek içindir.

-Ayrıca, keyiflerine göre bunları te’vil etmek için bunlara ilgi duyarlar.

Onların bu ayetlere tâbi olması, her iki amacı tahakkuk ettirmek için olabileceği gibi, sırasıyla birer birer yapmak için de olabilir.

Bunlardan birincisi inatçı olana, ikincisi ise cahil olana uygundur.[2>

وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ “Oysa onun te’vilini ancak Allah bilir.”

وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا “İlimde kökleşmiş olanlar, “Ona iman ettik, hepsi Rabbimiz katındandır” derler.”

Bunların hamledilmesi gereken te’vilini ancak Allah bilir ve bir de ilimde rüsuh peyda etmiş, kökleşmiş olanlar bilir.

Ayete şöyle de mana verilebilir:

“Onun te’vilini ancak Allah bilir. İlimde kökleşmiş olanlar ise…”

Bu şekilde mana verenler müteşabih ayetlerin ilmini Allaha has kılarlar. Mesela, dünyanın ömrü, kıyametin vakti, zebanilerle ilgili ayette olduğu gibi rakamların sırları bunlardandır.

“Ona iman ettik” ifadesi,

-Ya yeni bir cümledir, ilimde kökleşmiş olanların hâlini anlatır.

-Veya ilimde kökleşmiş olanlar için hâl cümlesi olarak gelmiştir.

-Veya “İlimde kökleşmiş olanlar”ı mübteda yaparsak, “ona iman ettik derler” kısmı da haber olur.

رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ “(Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.”

Ayet, ilimde kökleşmiş olanları zihin kalitesi ve güzel tefekkürle bir medihtir ve onların müteşabih ayetleri te’vile ne ile ehil olduklarına bir işarettir. O da, his perdelerinden aklın uzak kalmasıdır.[3>

Ayetin öncesiyle irtibatı:

Bu ayet, ruhun ilimle tasviri ve terbiyesi hakkındadır. Önceki ayet ise, cesede sûret verilmesi ve düzgün yaratılması hakkında idi.

Veya bu ayet, Kur’anda Hz. İsaya Allahın kelimesi ve ruhu denilmesinden hareketle, Hristiyanların kendi iddialarına delil getirme teşebbüsüne bir cevaptır.[4>

Keza, “O, sizi rahimlerde dilediği gibi şekillendirir” ayeti, onların Hz. İsayı -hâşâ- ilah, Allahı da baba görmelerine bir cevaptır.[5>

8- رَبَّنَا لاَ تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ إِذْ هَدَيْتَنَا “Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme.”

İlimde kökleşmiş olanlar şöyle dua ederler: “Ya Rabbena, razı olmayacağın te’vil ile müteşabihe uyup da, kalplerimizi hak yoldan saptırma.”

Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Âdemoğlunun kalbi Rahmânın parmaklarından iki parmağı arasındadır. İsterse hak üzere kâim kılar, isterse de haktan saptırır.”

Ayete şöyle mana verildi: “Ya Rabbena, kalplerimizi saptıracak şekilde bizi belalarla mübtelâ eyleme!”

Bizi hakka, hem muhkem hem müteşabihe iman etmeye hidayet ettikten sonra, saptırma.

وَهَبْ لَنَا مِن لَّدُنكَ رَحْمَةً “Bize katından bir rahmet bahşet.”

“O rahmet bizi kurbiyetine (yakınlığına) mazhar kılsın, bu rahmetle Senin nezdinde olana ulaşalım.” Ayette istenen rahmet, hak üzere sabit olmakta muvaffakiyet veya günahlardan mağfiret de olabilir.

إِنَّكَ أَنتَ الْوَهَّابُ “Şüphesiz sen Vehhab’sın.”

Her isteneni veren Sensin.

Ayette hidayet ve dalaletin Allahtan olduğuna, kullarına verdiklerini lütuf ile verdiğine, yoksa hiçbir şeyin kendisine vacip olmadığına bir delil vardır.

9- رَبَّنَا إِنَّكَ جَامِعُ النَّاسِ لِيَوْمٍ لاَّ رَيْبَ فِيهِ “Rabbimiz! Şüphesiz sen, hakkında şüphe olmayan bir günde insanları toplayacaksın.”

O günün vukuunda, o günde meydana gelecek haşir ve cezada asla bir şüphe yoktur.

Ayette onların kalplerinin saptırılmasından Allaha sığınmalarında ve Allahtan rahmet istemelerinde asıl maksatlarının ahiret olduğuna dikkat çekildi. Çünkü dönüş yeri orasıdır.

إِنَّ اللّهَ لاَ يُخْلِفُ الْمِيعَادَ “Şüphesiz Allah va’dinden dönmez.”

Çünkü ulûhiyet (ilah olmak) va’dini yerine getirmemeye aykırıdır. Hem bunu hissettirmek, hem de vaad edilenin büyüklüğünü nazara vermek için hitap değiştirildi.

Nisan 8th, 2019

Yorum Ekle