Al-i İmran Suresi, 21 – 32 Tefsiri


21- إِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَيَقْتُلُونَ الِّذِينَ يَأْمُرُونَ بِالْقِسْطِ مِنَ النَّاسِ “Allah’ın âyetlerini inkâr edenler ve haksız yere peygamberleri öldürenler, insanlar içinde adaleti emredenleri öldürenler yok mu?”

فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ “Onları elem verici bir azapla müjdele!”

Ayette bahsedilenler, Hz. Peygamber devrinde yaşayan ehl-i kitaptır. Onların ataları, peygamberleri ve onların peşinden gidenleri öldürmüştü, bunlar ise buna rıza gösterdiler, ayrıca Hz. Peygamberi ve mü’minleri öldürmeye azmettiler. Lakin Allah peygamberi ve mü’minleri korudu. Ayetin bir benzeri Bakara sûresinde geçmişti.[1>

22- أُولَئِكَ الَّذِينَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ “İşte bunların bütün yaptıkları, dünyada da ahirette de boşa gitmiştir.”

وَمَا لَهُم مِّن نَّاصِرِينَ “Ve onlar için hiçbir yardımcı da yoktur.”

Onlar için azabı kendilerinden def edecek herhangi bir yardımcı da yoktur.

23- أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ أُوْتُواْ نَصِيبًا مِّنَ الْكِتَابِ يُدْعَوْنَ إِلَى كِتَابِ اللّهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ يَتَوَلَّى فَرِيقٌ مِّنْهُمْ وَهُم مُّعْرِضُونَ “Görmez misin, kendilerine kitaptan bir nasip verilmiş olanlar, aralarında hüküm vermek için Allah’ın kitabına davet olunuyorlar da, sonra içlerinden bir kısmı yüz çevirerek dönüp gidiyor.”

Burada kitaptan murat Tevrattır veya semavî kitaplardır.

Ayetteki “nasib” kelimesinin elif-lâmsız gelmesi tazîm ve tahkire muhtemeldir.

Onları davet eden Hz. Peygamber, kitap ise Kur’andır.

Veya kitaptan murat şu rivayete göre Tevrat da olabilir:

Sebeb-i Nüzûl

Hz. Peygamber (asm) Yahudilerin yanına uğradı. Nuaym Bin Amr ve Hâris Bin Zeyd, Hz. Peygambere “hangi din üzeresin?” diye sordu. Hz. Peygamber, Hz. İbrahimin dini üzere olduğunu söyledi. Bunun üzerine onlar, “İbrahim bir Yahudi idi” dediler. Hz. Peygamber “öyle ise haydi Tevrata müracaat edip bakalım!” deyince bundan kaçındılar.

Bunun üzerine ayet nâzil oldu.

Ayette, sem’î delillerin usûlde hüccet olduğuna bir delil vardır.[2>

Ayet, onların kitaba müracaat etmeleri gerektiğini bilmelerine rağmen yüz çevirmelerini reddetmektedir.

24- ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُواْ لَن تَمَسَّنَا النَّارُ إِلاَّ أَيَّامًا مَّعْدُودَاتٍ “Bunun sebebi, onların “ateş bize sadece sayılı günlerde dokunacaktır” demeleridir.”

Yüz çevirmelerinin sebebi, bu yanlış inanç ve boş ümitle cehennem azabını kendileri hakkında hafife almalarıdır.

وَغَرَّهُمْ فِي دِينِهِم مَّا كَانُواْ يَفْتَرُونَ “Uydura geldikleri şeyler, dinleri konusunda kendilerini aldatmıştır.”

Onların,

– “Cehenneme girseler bile sayılı günlerde çok az orada kalacaklar.”

– “Ve ecdatları olan peygamberler onlara şefaat edip kurtaracaklar” şeklinde dinde uydurdukları şeyler, kendilerini aldatmıştır.

25- فَكَيْفَ إِذَا جَمَعْنَاهُمْ لِيَوْمٍ لاَّ رَيْبَ فِيهِ وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَّا كَسَبَتْ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ “Artık, o geleceğinde hiç şüphe olmayan gün için kendilerini bir araya topladığımız ve hiç kimseye haksızlık edilmeden herkese kazandığı tamamen ödendiği gün, hâlleri nice olur?”

“O gün onların hâli nice olur” derken, bu ifadede ahirette onların başına gelecek azabın büyüklüğünü göstermek ve “sayılı günler dışında ateş bize dokunmayacak” demelerini yalanlamak vardır.[3>

Rivayette şöyle bildirilmiştir: “Kıyamet günü kâfir grupları içinde en önce Yahudiler hesaba çekilir. Allah onları herkesin önünde rezil rüsvay eder, ardından da cehenneme atılmalarını emreder.”

Her nefse, yaptıklarının karşılığı eksiksiz verilir.

“Herkese kazandığı tamamen ödendiği vakit” ifadesinde, ibadetin boşa gitmediğine ve mü’minin cehennemde daimî kalmayacağına bir delil vardır. Çünkü iman ve amelinin karşılığını eksiksiz alması cehennemde ve cehenneme girmezden önce olmaz. Öyleyse, bunların karşılığını alması cehennemden kurtulduktan sonradır.

26- قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ “De ki: “Ey mülkün sahibi Allah’ım!”

Ey mülkün mâliki olan, hükümdarların sahip oldukları şeylerde icraatları gibi, icraat mümkün olan şeylerde icraatta bulunan Allahım!

تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاء “Sen mülkü dilediğine verirsin.”

وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاء “Dilediğinden de mülkü çeker alırsın.”

Ayette, üç defa mülk ifadesi geçer. Bunlardan birincisi geneldir, bütün mülkü ifade eder, ikincisi ve üçüncü mülk kelimeleri ise o mülkten bir kısımdır.

“Mülkten murat peygamberliktir. Bunun alınması bir kavimden başka bir kavime intikalidir” denildi.

وَتُعِزُّ مَن تَشَاء “Dilediğini aziz edersin.”

وَتُذِلُّ مَن تَشَاء “Dilediğini de zelil edersin.”

Dünyada veya ahirette veya her ikisinde birden nusret vererek veya mağlup ederek, muvaffak kılarak veya yardımı keserek dilediğini aziz kılarsın, dilediğini de zelil yaparsın.

بِيَدِكَ الْخَيْرُ “Her hayır Senin elindedir.”

Ayette “her hayır Senin elindedir” denilip şerden söz edilmemesi, hayrın bizzat matlup olmasından, şerrin ise arızî olarak meydana gelmesindendir. Çünkü büyük bir hayrı tazammun etmedikçe, cüzî bir şer meydana gelmez.

Veya şerrin ifade edilmemesi, hitapta edebe müraat içindir.

Veya kelâmın hayır konusunda gelmesindendir.

Sebeb-i Nüzûl

Çünkü, Peygamber (asm) Hendek savaşı öncesinde kazılacak hendeğin planını yaptı. Her on kişiye kırk arşın mesafeyi kazmalarını emretti. Onlar da kazmaya başladılar. Derken hendek kazılan çukurda balyoz işlemez bir kayaya rastladılar. Selman-ı Farisiyi haber vermek üzere Peygambere gönderdiler. Derken Hz. Peygamber geldi, balyozu aldı, kayaya vurdu. Kaya çatladı. Kayadan adeta bir şimşek çıktı, karanlık bir odada lambanın aydınlatması gibi çevreyi aydınlattı. Bunun üzerine Hz. Peygamber tekbîr getirdi, Müslümanlar da tekbîr getirip, “Allahu Ekber” dediler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

“Köpeğin dişlerini görür gibi, sanki Hîre’nin saraylarını gördüm.”

Sonra kayaya ikinci kez vurdu, şöyle buyurdu:

“Rum diyarından Himyer şehrinin sarayları bana aydınlandı.”

Üçüncü defa vurduğunda ise şöyle buyurdu:

“San’a şehrinin sarayları bana aydınlandı. Cibril bana haber verdi ki, ümmetim bunların hepsine galip gelecektir. Size müjdeler olsun!”

Bunun üzerine münafıklar şöyle dediler:

“Siz buna hayret etmiyor musunuz? Sizi boş hayaller, batıl vaatlerle oyalıyor! Medine’den Hîre saraylarını ve Kisra’nın şehirlerini gördüğünü söylüyor. Siz korkudan hendek kazarken, o size fetihlerden söz ediyor!”

Onların bu sözleri üzerine ayet nâzil oldu

Allah-u Teâlâ, şerrin de kendi elinde olduğuna şu ifadeyle tenbihte bulundu:

إِنَّكَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Şüphesiz Sen her şeye kadirsin.”

27- تُولِجُ اللَّيْلَ فِي الْنَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ “Geceyi gündüze sokarsın, gündüzü de geceye sokarsın.”

وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الَمَيَّتَ مِنَ الْحَيِّ “Ölüden diri çıkarırsın, diriden de ölü çıkarırsın.”

وَتَرْزُقُ مَن تَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ “Ve dilediğine hesapsız rızık verirsin.”

Cenab-ı Hak ardından gece ve gündüzün, ölüm ve hayatın peş peşe gelmesini nazara verdi. Bunda, “bunları yapan zillet ve izzeti peş peşe getirmeye, mülkü vermeye ve almaya da kâdirdir” manasına bir delâlet vardır.

Gece ve gündüzün birbirine girmesi bunların birbirini takîben gelmesi, ziyade ve noksan olmaları anlamındadır. Ölüden diri ve diriden ölü çıkması, cansız maddelerden canlıların yaratılması ve bunların sonra ölmeleridir.

Veya nutfeden canlının ve canlıdan da nutfenin yapılmasıdır.

İşarî bir mana olarak mü’minden kâfir, kâfirden mü’min çıkması nazara verildi.

28- لاَّ يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُوْنِ الْمُؤْمِنِينَ “Mü’minler, mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinmesin.”

Mü’minler, akrabalık veya cahiliye döneminden kalan bir dostluk ve benzeri sebeplerle kâfirlere dostluk göstermekten nehyedildiler. Çünkü mü’minin sevgisi de buğzu da Allah için olmalıdır.[4>

Veya nehyedilen durum, savaşta ve diğer dinî meselelerde onlardan yardım almaktır. Ayette, dostluğa layık olanların ancak mü’minler olduğuna ve onlara gösterilecek dostluğun kâfirlerin dostluğuna bir alternatif olduğuna işaret vardır.

وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللّهِ فِي شَيْءٍ “Kim böyle yaparsa, Allah ile bir ilişiği kalmaz.”

Onlara sevgi gösteren, gerçek anlamda Allahı sevmiş olamaz. Çünkü iki zıd sevgi bir arada bulunmaz.[5>

إِلاَّ أَن تَتَّقُواْ مِنْهُمْ تُقَاةً “Ancak onlardan korunmanız başkadır.”

Ancak, onların cephelerinden gelebilecek sakınılması gereken bir durum varsa, o zaman durum farklıdır.

Mü’minler, onlardan gelebilecek bir zarar korkusu hâli dışında, zahiren ve batınen onlara dostluk göstermekten men edildiler. Ancak sakınılması gereken bir hâlde, zâhiren dostluk caizdir. Hz. İsa şöyle der: “Yumuşak huylu ol ve başkalarıyla beraber yürü.”[6>

وَيُحَذِّرُكُمُ اللّهُ نَفْسَهُ “Allah, sizi nefsinden sakındırıyor.”

وَإِلَى اللّهِ الْمَصِيرُ “Dönüş Allah’adır.”

Öyleyse ahkâmına muhalefet ve düşmanlarına dostlukla Allahın gadabını celbetmeyin.

Bu, nehyin çok ileri boyutta olduğunu hissettiren çok büyük bir tehdittir.

“Allah sizi nefsinden sakındırıyor” derken nefisten murat Allahın zâtıdır. Bunun nazara verilmesi, uyarılan azabın Allahtan geleceğini, kâfir olmayan kimsenin bu uyarıyı nazara alması gerektiğini bildirmek içindir.

29- قُلْ إِن تُخْفُواْ مَا فِي صُدُورِكُمْ أَوْ تُبْدُوهُ يَعْلَمْهُ اللّهُ “De ki: Kalplerinizde olanı gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir.”

Yani, o Allah içinizdeki kâfirlere karşı sevgiyi ve diğerlerini -gizleseniz de açıklasanız da- bilir.

وَيَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأرْضِ “Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsini bilir.”

Göklerde ve yerde ne varsa bilince, elbette sizin gizli ve açık hallerinizi de bilir.

وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Ve Allah, her şeye kadirdir.”

Dolayısıyla, şayet nehyedildiğiniz şeylere son vermezseniz, sizi cezalandırmaya da kâdirdir.

Ayet, biraz önceki “Allah sizi nefsinden sakındırıyor” ayetinin bir beyanıdır. Sanki şöyle demiştir: Allah zâtına karşı sizi uyarıyor ve sakındırıyor. Çünkü O, bütün malumatı kuşatan zâtî bir bilgiyle ve bütün mukadderatı içine alan zâtî bir kudretle muttasıftır. Öyleyse O’na isyana cesaret etmeyin. Çünkü O, her günaha muttalidir ve ona ceza vermeye de kâdirdir.

30- يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَّا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُّحْضَرًا وَمَا عَمِلَتْ مِن سُوَءٍ “O gün her nefis (her kişi), her ne hayır işlemişse ve her ne kötülük yapmışsa onları önünde hazır bulur.”

تَوَدُّ لَوْ أَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُ أَمَدًا بَعِيدًا “Onunla (yaptığı kötülüklerle) kendi arasında uzak bir mesafe bulunsun ister.”

Yani, her nefis amel defterini aldığı veya hayır ve şerden bütün amellerinin karşılığını hazır bulduğu gün, kendisiyle o gün arasında çok uzak bir mesafe olmasını temennî eder.

وَيُحَذِّرُكُمُ اللّهُ نَفْسَهُ “Allah, sizi nefsinden sakındırıyor.”

Ayetin bu kısmının tekrarı, te’kid (manayı kuvvetlendirme) ve hatırlatma içindir.

وَاللّهُ رَؤُوفُ بِالْعِبَادِ “Ve Allah, kullarına çok merhametlidir.”

Ayet, Allahu Teâlânın nehyetmesi ve sakındırmasının onlara acımasından ve salahlarını gözetmekten olduğuna bir işarettir.

Veya bunda O’nun hem mağfiret, hem de azap sahibi olduğunu hatırlatmak vardır, ta ki rahmeti ümit edilsin, azabından da korkulsun.

31- قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ “(Ey Peygamber!) De ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”

Muhabbet, bir şeyde olan kemâl sebebiyle, nefsin o şeye meylidir. Öyle ki, bu muhabbet insanı o şeye yakın olmaya sevk eder.

Kul, hakiki kemâlin ancak Allahta olduğunu, gerek nefsinde gerekse diğer varlıklarda gördüğü kemâlin Allahtan, Allah ile ve Allaha yönelik olduğunu bildiğinde, muhabbeti ancak Allaha yönelir, sevdiğini de O’nun namına sever. Bu da Allaha itaati istemesini ve O’na yaklaştıracak şeylere rağbet etmesini gerektirir. Bundan dolayı, Allaha muhabbet, “O’na itaat etmeyi murat etmek” şeklinde açıklanmıştır. Ve bu, ibadetinde peygambere tâbi olmayı ve O’na teslimiyeti istilzam etmek olarak görülmüştür.

Siz Allaha muhabbetin göstergesi olarak peygambere uyarsanız Allah sizden razı olur, taşkın halleriniz sebebiyle kalbinizde meydana gelen perdeleri açar, böylece sizi kurbiyetine mazhar kılar, sizi seçkinlerden yapar.

Allahın rızası ve özel ikramlarından “sizi sevsin” şeklinde bahsedilmesi, ya istiare veya mukabele üslûbu iledir.[7>

وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Allah Ğafur – Rahîm’dir.”

Allaha itaat ve rasûlüne ittiba ile Allaha muhabbetini gösterenlere karşı, yüce Allah son derece şefkatli ve merhametlidir.

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre, Yahudiler “biz Allahın oğullarıyız ve sevgili kullarıyız” demeleri üzerine bu ayet nâzil oldu.

Bu konuda bir başka rivayete göre ise, ayet Necran heyeti hakkında indi.

“Biz Allaha muhabbetimizin göstergesi olarak İsaya ibadet ediyoruz” demişlerdi.

Şöyle de denildi: Hz. Peygamber zamanında bazıları Allahı sevdikleri iddiasında bulundular. Bunun üzerine, sözlerini tasdik için amel etmekle emrolundular.

32- قُلْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ “De ki: Allah’a ve Peygamber’e itaat edin!”

فإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ الْكَافِرِينَ “Eğer yüz çevirirlerse, şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez.”

Allah onlardan razı olmaz, kendilerini sena etmez.

Ayette “Allah onları sevmez” denilebileceği halde “Allah kâfirleri sevmez” denilmesi

-Umum anlaşılmasın diye,

-Allaha ve peygambere itaatten yüz çevirmenin küfür olduğuna delâlet için,

-Allahın muhabbeti, küfür sebebiyle kâfirlerden nefyedildiğini göstermek için,

-“O’nun muhabbeti mü’minlere mahsustur, gibi manaları ifade etmesi içindir.

Nisan 8th, 2019

Yorum Ekle