404 Not Found

404

Not Found

The resource requested could not be found on this server!


Proudly powered by LiteSpeed Web Server

Please be advised that LiteSpeed Technologies Inc. is not a web hosting company and, as such, has no control over content found on this site.

Al-i İmran Suresi, 33 – 44 Tefsiri


33- إِنَّ اللّهَ اصْطَفَى آدَمَ وَنُوحًا وَآلَ إِبْرَاهِيمَ وَآلَ عِمْرَانَ عَلَى الْعَالَمِينَ “Şüphesiz Allah, Âdem’i, Nûh’u, âl-i İbrahim’i ve âl-i İmran’ı âlemler üzerine seçkin kıldı.”

Cenab-ı Hakkın bunları seçmesi

-Peygamberlikle

-Ruhanî ve cismanî özellikleri iledir.

Bundan dolayı, başkalarının güç yetiremediklerine güç yetirmişlerdir.

Allah-u Teâlâ peygambere itaati vacip kılıp, O’na olan itaatin Allahın muhabbetini celbedici olduğuna dikkat çektikten sonra, teşvik olarak peygamber kıssalarını peşinden getirdi.

Bununla, onların meleklere üstünlüğüne delil getirildi.

Hz. İbrahimin âli; Hz. İsmail, Hz. İshak ve bu ikisinin nesilleridir. Peygamber efendimiz de Âl-i İbrahim’dendir.

Âl-i İmran ise, İmranın iki oğlu Hz. Musa ve Harundur.

Veya İmranın kızı Hz. Meryem ve O’nun oğlu Hz. İsadır.

Bu iki İmran arasında bin sekiz yüz sene vardır.

34- ذُرِّيَّةً بَعْضُهَا مِن بَعْضٍ “Bunlar zürriyet/nesil olarak birbirinden gelmişlerdir.”

وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ “Ve Allah Semi’ – Alîm’dir.”

Allah insanların sözlerini işitir ve amellerini bilir ve onlardan sözü ve ameli istikametli olanı seçer.

Veya biraz sonra kıssası anlatılacak İmran’ın hanımının sözünü işitir, niyetini bilir.

35- إِذْ قَالَتِ امْرَأَةُ عِمْرَانَ “Hani, İmran’ın hanımı şöyle demişti:”

رَبِّ إِنِّي نَذَرْتُ لَكَ مَا فِي بَطْنِي مُحَرَّرًا “Ya Rabbi! Karnımdaki çocuğu sırf sana hizmet etmek üzere adadım.”

فَتَقَبَّلْ مِنِّي “Benden kabul et.”

İmran’ın hanımının ismi Hanne’dir. Hanne, Hz. İsa’nın ninesidir.

Hz. Musa ve Hz. Harun’un babalarının ismi de İmran idi. Bu iki peygamberin yaşça kendilerinden daha büyük Meryem isimli ablaları da vardı. Bundan dolayı ayette bahsedilen İmran’ın hanımını Hz. Musa ve Hz. Harun’un anneleri zannedenler olmuşsa da, Hz. Zekeriya’nın Meryem’in terbiyesiyle meşgul olduğunun Kur’anda yer alması bunu reddeder.

Hz. İsa ve Hz. Yahya, baba cihetiyle teyze çocukları idi. Rivayete göre Hz. Meryem’in annesi Hanne, kısır ve yaşlı bir kadındı. Bir gün bir ağacın altında gölgelenirken yavrusunu yediren bir kuş gördü, çocuk sahibi olma duyguları alevlendi, “ah, bir çocuğum olsa” diye temennîde bulundu. “Allah’ım” dedi, “Sana söz veriyorum, şayet çocukla beni rızıklandırırsan onu Beyt-i Makdise vakfedeceğim, Senin Beyt’ine hizmet edecek.”

Derken Meryem’e hamile oldu, kocası İmran ise vefat etti. Böyle bir adak, o zamanda meşru idi. Belki de “Allah’ım erkek çocuk verirsen” demiş olabilir veya erkek çocuk talep etmiş olabilir.

Ayet metninde geçen “muharrer” ifadesi şunu ifade eder: “Tamamen hür olacak, onu başka bir şey ile meşgul etmeyeceğim.”

Veya “ibadete kendini veren âbid biri olacak.”

إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ “Şüphesiz Sen Semi’ – Alîm’sin.”

Sen benim sözümü ve niyetimi işitir ve bilirsin.

36- فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ إِنِّي وَضَعْتُهَا أُنثَى “Onu doğurunca, “Rabbim!” dedi, onu kız doğurdum.”

Hz. Hanne bu ifadeyi Rabbine tahassür ve hüzün ile söyledi. Çünkü bir erkek çocuğu olacağını umuyordu ve bundan dolayı onu Beyt-i Makdis’e hizmete vermeyi adamıştı.

وَاللّهُ أَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْ “-Oysa Allah, onun ne doğurduğunu en iyi bilendir.-”

وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالأُنثَى “Erkek, kız gibi değildir.”

Bu iki cümle, Hz. Meryem’in kelâmı içinde yer alan ara cümlelerdir.

وَإِنِّي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ “Ona Meryem adını verdim.”

Meryem, onların dilinde “Allaha ibadet eden” demektir.

Hanne’nin bunu Rabbine zikretmesi, O’nun kurbiyetine mazhar olması ve çocuğunu koruyup salihlerden kılması içindi.

Ta ki Meryem’in yaptıkları kendi adına yakışır olsun.

Ayette; isim, müsemma ve isimlendirmenin birbirinden farklı şeyler olduğuna bir delil vardır.

وِإِنِّي أُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ “Onu ve neslini kovulmuş şeytandan senin korumana bırakıyorum.”

Hz. Peygamber şöyle buyurur:

“Doğan her çocuğa doğumu anında şeytanın bir dokunması vardır, bundan dolayı çocuk ağlar. Ancak Meryem ve oğlu bundan hariçtir.”

Yani, şeytan her çocuğun vesvese ile etkilenmesinden ümit içindedir. Ancak Meryem ve oğlu bundan müstesnadır. Çünkü Allah-u Teâlâ bu istiazenin bereketi ile onları şeytandan korumuştur.

37- فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ “Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu.”

Adak hususunda, adakların kabul edildiği güzel bir vecihle erkek yerine O’nu kabul etti.

Doğumundan sonra büyümeden ve henüz daha Mescid-i Aksaya hizmete uygun hale gelmeden kabul etti.

Rivayete göre Hanne, Meryem’i dünyaya getirdiğinde onu bir beze sardı, Mescid-i Aksaya getirdi, oradaki hahamlara bırakıp “buyurun, bu adağımdır” dedi. Ona sahip çıkmak için adeta yarıştılar, çünkü önderlerinin kızı idi. Hz. Zekeriya “ben ona daha layığım, teyzesinin kocasıyım” deyince kabul etmediler, ancak kur’a çekmeye razı oldular. Hahamların sayısı yirmi yedi idi.

Bir nehre vardılar, kalemlerini suya bıraktılar, Hz. Zekeriya’nınki su üstünde kaldı, diğerleri battı. Bunun üzerine Hz. Meryem’in terbiyesini Hz. Zekeriya üstlenmiş oldu.

وَأَنبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا “Ve onu güzel bir şekilde yetiştirdi.”

Bu ifade, Meryemin bütün hallerinde güzel bir terbiye ile terbiye edildiğini anlatan mecazî bir anlatımdır.[1>

وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا “Ve onu Zekeriyya’nın himayesine verdi.”

كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِندَهَا رِزْقاً “Zekeriyya ne zaman onun bulunduğu mihraba girse, yanında bir rızık bulurdu.”

Ayetteki “mihrab” kelimesi, Hz. Meryem için yapılan odayı ifade eder. Veya mescid veya mescidin en eşref ve eski yeri olabilir. Buna “mihrab” denilmesi, şeytanla muharebe yeri olmasındandır. Buna göre, Meryemin Beyt-i Makdisin en eşref yerine yerleştirildiği söylenebilir.

Rivayete göre Meryemin yanına başkası girmezdi. Hz. Zekeriya çıktığında, O’nun üzerine yedi kapı kapatırdı.

Hz. Zekeriya O’nun yanında yazdın kış, kışın yaz meyveleri görürdü.

قَالَ يَا مَرْيَمُ أَنَّى لَكِ هَذَا “Meryem! Bu sana nereden geldi?” dedi.”

“Kapılar kapalı iken mevsim dışı bu rızık sana nerden geliyor?”

Bu rivayet, evliyanın kerametinin cevazına bir delildir.

قَالَتْ هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ “Dedi: “O, Allah katındandır.”

“Buna hayret etme, Allah katından geliyor.”

Denildi ki: Hz. İsa gibi annesi de daha bebekken konuştu. Meryem, süt emmedi. Rızkı, kendisine cennetten gelirdi.

إنَّ اللّهَ يَرْزُقُ مَن يَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ “Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.”

“Biğayri hisab”

-“Sayılmayacak kadar çok

-Veya liyakat olmadan sırf bir lütuf olarak verir” manasını ifade eder.

“Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.” ifadesi Hz. Meryemin veya Hz. Zekeriya’nın sözü olabileceği gibi, Allahın sözü de olabilir.

Rivayete göre Hz. Fatma Hz. Peygambere iki parça ekmek ve birazcık et hediye etti. Hz. Peygamber sonra kızına döndü “kızım, gel” dedi. Hz. Fatima tabağın üstünü açınca ekmek ve etle dopdolu olduğunu gördü. Hz. Peygamber sordu: “Bu sana nerden geldi?”

Hz. Fatıma ayetin ifadesini kullanarak “O, Allah katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.” dedi. Bunun üzerine peygamber şöyle buyurdu: “Allaha hamdolsun ki Seni İsrailoğullarının hanımefendisinin bir benzeri kıldı.”

Sonra Hz. Ali, Hasan ve Hüseyini ve ehl-i beytini topladı, doyuncaya kadar yediler. Yemek ise olduğu gibi kaldı, kalanı komşulara dağıtıldı.

38- هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُ “Orada Zekeriya, Rabbine dua etti.”

Hz. Zekeriya Hz. Meryemin kerametini ve Allah nezdinde konumunu görünce orada dua etti.

قَالَ رَبِّ هَبْ لِي مِن لَّدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً “Dedi: “Ya Rabbi! Bana katından temiz bir nesil hibe et.”

Denildi ki: Mevsim dışı meyveleri görünce yaşlı, kısır bir insandan çocuk doğabileceğini düşündü. “Hibe et” demesi, istediği çocuğun alışılmış tarz dışında ve sebepler ötesi olmasındandır. إِنَّكَ سَمِيعُ الدُّعَاء “Şüphesiz sen, duayı hakkıyla işitensin.”

39- فَنَادَتْهُ الْمَلآئِكَةُ وَهُوَ قَائِمٌ يُصَلِّي فِي الْمِحْرَابِ “Zekeriya namaz kılarken melekler ona şöyle seslendiler:”

أَنَّ اللّهَ يُبَشِّرُكَ بِيَحْيَى مُصَدِّقًا بِكَلِمَةٍ مِّنَ اللّهِ وَسَيِّدًا وَحَصُورًا وَنَبِيًّا مِّنَ الصَّالِحِينَ “Şüphesiz Allah sana, Allahtan bir kelimeyi tasdik edici, efendi, nefsine hâkim ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya’yı müjdeliyor.”

Burada melaikeden murat Hz. Cebraildir.

“Allahtan bir kelime”, Hz. İsadır.

Hz. İsaya “Allahın kelimesi” denilmesi, baba olmadan “ol” emriyle kendisine vücut verilmesindendir. Böylece O’nun hâli, sıra dışı harikalar olan emir âlemine benzetilmiştir.

“Allahın kelimesinden” murat, Allahın kitabı da olabilir.

Hz. Yahya, kavminin önderi idi, onların fevkinde meziyetlere sahipti. Asla bir günaha niyetlenmedi.

Nefsini şehvanî şeylerden, eğlencelerden uzak tutuyordu. Ayette bu, “hasur” kelimesiyle ifade edilmiştir.

Anlatılır ki, çocukluğunda diğer çocuklar kendisini oyuna çağırdığında “Ben oyun için yaratılmadım” demişti.

Ayrıca salihler neslinden idi,

O, büyük ve küçük günah işlememişti.

40- قَالَ رَبِّ أَنَّىَ يَكُونُ لِي غُلاَمٌ وَقَدْ بَلَغَنِيَ الْكِبَرُ وَامْرَأَتِي عَاقِرٌ “Zekeriya dedi: Ya Rabbi, bana ihtiyarlık gelip çattı, karım ise kısırdır, benim nasıl oğlum olabilir?.”

Hz. Zekeriya’nın kendisinin çocuğu olmasını uzak görmesi, âdetullah ve sebepler açısından idi.

Veya bu sorusu, hayretinden, nasıl olacağının keyfiyetinden de olabilir.

Kendisi doksan dokuz, hanımı doksan sekiz yaşında idi.

قَالَ كَذَلِكَ اللّهُ يَفْعَلُ مَا يَشَاء “Allah dedi: Öyledir, fakat Allah dilediğini yapar.”

Bir pir-i fâni ve kısır bir hanımdan çocuk dünyaya gelmesi gibi, Allah daha ne hayret verici fiiller yapmaktadır.

41- قَالَ رَبِّ اجْعَل لِّيَ آيَةً “Zekeriya dedi: “Rabbim! Bana bir alâmet ver.”

Hz. Zekeriyanın buna bir işaret istemesi, hanımının hamile olduğunu anlayıp sevinçle bunu karşılaması, buna şükretmesi ve bekleme sıkıntısını ortadan kaldırması içindi.

قَالَ آيَتُكَ أَلاَّ تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلاَثَةَ أَيَّامٍ إِلاَّ رَمْزًا “Allah dedi: Senin için alâmet, insanlara üç gün konuşamamandır, ancak remzen (konuşabilirsin).”

Bunun hikmeti, bu üç günde nimetin hakkını vererek Allah’ı daha ziyade zikretmesi ve O’na şükretmesidir.

Ancak el veya baş işareti ile konuşabilirsin.

وَاذْكُر رَّبَّكَ كَثِيرًا “Rabbini çokça zikret.”

Konuşamayacağın bu günlerde Allah’ı çokça zikret.

Sadece “Rabbini zikret” denilmeyip “Rabbini çokça zikret” denilmesi, zikirde aynı şeyleri söylemenin tekrar olmadığını ifade eder.[2>

وَسَبِّحْ بِالْعَشِيِّ وَالإِبْكَارِ “Ve sabah akşam tesbih et.”

Ayet metnindeki “Aşiy”, güneşin öğle vakti zirve noktasından meyledip batışına kadarki vaktini ifade eder. İkindiden veya güneşin batmasından gecenin ilk kısmının gitmesine kadarki vakit olduğu da söylendi.

42- وَإِذْ قَالَتِ الْمَلاَئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَاكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفَاكِ عَلَى نِسَاء الْعَالَمِينَ “Hani melekler şöyle demişti: Ey Meryem! Allah seni seçti, seni tertemiz yaptı ve seni dünya kadınlarına karşı seçti.”

Meleklerin Hz. Meryem’le konuşmaları, O’nun için bir keramettir. Kerameti inkâr edenler, bunu Hz. Zekeriya’nın bir mu’cizesi veya Hz. İsa’nın nübüvvetine bir hazırlık olduğunu iddia ettiler. “Biz senden önce de, o beldelerin ahalisinden ancak kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber olarak gönderdik.” (Yusuf, 109) ayetinin ifade ettiği, gibi hiçbir kadına nübüvvet verilmediği hususunda icma olduğunu nazara verdiler.[3>

Meleklerin bunu şifahen değil, ilham yoluyla söylediği de nazara verilmiştir.

Ayette Hz. Meryem’le ilgili iki defa “Allah seni seçti” ifadesi geçer. Bunlardan birincisi

-Daha önce Beyt-i Makdise kız kabul edilmezken Hz. Meryem’in kabul edilmesi,

-Tamamen ibadetle meşgul olması,

-Cennet rızıkları gönderilerek çalışmaya ihtiyacı olmaması,

-Kadınlarda bulunabilen nahoş hallerden temiz kılınmasıdır.

İkincisi ise,

-Hidayet üzere olması,

-Meleklerin kendisine gönderilmesi,

-Babasız çocuk sahibi olmak gibi parlak kerametlere mazhar kılınması,

-Yahudilerin iftirasından henüz yeni doğmuş bebeğinin konuşmasıyla kurtulması,

-Hem kendisinin hem de oğlunun âlemlere ibret olması gibi durumlardır.

43- يَا مَرْيَمُ اقْنُتِي لِرَبِّكِ وَاسْجُدِي وَارْكَعِي مَعَ الرَّاكِعِينَ “Ey Meryem! Rabbine divan dur ve secdeye kapan ve rükû’ edenlerle beraber rükû’ et.”

Namazın rükünleri de nazara verilerek, Hz. Meryem’e cemaatle namaz kılması ve namaza ihtimam göstermesi emredildi.

Secdenin rükû’dan önce zikredilmesi

-Ya onların şeriatında böyle olmasından

-Veya vav harfinin tertib gerektirmediğine tenbihte bulunmak için,

-Veya rükû’suz namaz kılanların namazının namaz olmadığını bildirmek içindir.

Ayet metninde geçen kunut’un (Zümer, 9) ayetinde olduğu gibi taati devam ettirmek anlamında, sücudun (Kâf, 40) ayetinde olduğu gibi namaz anlamında, rükû’nun da Allaha boyun eğme anlamında olduğu söylendi.

44- ذَلِكَ مِنْ أَنبَاء الْغَيْبِ نُوحِيهِ إِلَيكَ “İşte bu, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir.”

Sana anlatılan bu kıssalar, ancak vahiyle bilinebilecek gayb haberlerindendir.

وَمَا كُنتَ لَدَيْهِمْ إِذْ يُلْقُون أَقْلاَمَهُمْ أَيُّهُمْ يَكْفُلُ مَرْيَمَ “Meryem’i kim himayesine alıp koruyacak?” diye kalemlerini (kur’a için) atarlarken sen yanlarında değildin.”

Denildi ki: Bir teberrük olarak, kendisiyle Tevrat yazdıkları kalemleriyle kur’a çektiler.

Ayette “Sen onların yanında değildin” şeklinde bir üslûb kullanılması, Kur’anın vahiy olduğunu inkâr edenlere karşı tehekküm (ince bir alay) üslûbuyla bunu anlatmaktadır.

Çünkü olayları bilmenin yolu,

-Ya bizzat görmek (müşahede-gözlem),

-Veya bunu duymaktır.

Hz. Peygamberin bunu işitme yoluyla bilmediği onlar nezdinde de malumdur, şüphesizdir. Böyle olunca geriye ancak diğer ihtimal, yani bizzat görmek kalır, bunu da aklı başında hiçbir insan iddia edemez.

وَمَا كُنتَ لَدَيْهِمْ إِذْ يَخْتَصِمُونَ “(Bu hususta) tartışırlarken de yanlarında değildin.”

Nisan 8th, 2019

Al-i İmran Suresi, 21 – 32 Tefsiri


21- إِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَيَقْتُلُونَ الِّذِينَ يَأْمُرُونَ بِالْقِسْطِ مِنَ النَّاسِ “Allah’ın âyetlerini inkâr edenler ve haksız yere peygamberleri öldürenler, insanlar içinde adaleti emredenleri öldürenler yok mu?”

فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ “Onları elem verici bir azapla müjdele!”

Ayette bahsedilenler, Hz. Peygamber devrinde yaşayan ehl-i kitaptır. Onların ataları, peygamberleri ve onların peşinden gidenleri öldürmüştü, bunlar ise buna rıza gösterdiler, ayrıca Hz. Peygamberi ve mü’minleri öldürmeye azmettiler. Lakin Allah peygamberi ve mü’minleri korudu. Ayetin bir benzeri Bakara sûresinde geçmişti.[1>

22- أُولَئِكَ الَّذِينَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ “İşte bunların bütün yaptıkları, dünyada da ahirette de boşa gitmiştir.”

وَمَا لَهُم مِّن نَّاصِرِينَ “Ve onlar için hiçbir yardımcı da yoktur.”

Onlar için azabı kendilerinden def edecek herhangi bir yardımcı da yoktur.

23- أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ أُوْتُواْ نَصِيبًا مِّنَ الْكِتَابِ يُدْعَوْنَ إِلَى كِتَابِ اللّهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ يَتَوَلَّى فَرِيقٌ مِّنْهُمْ وَهُم مُّعْرِضُونَ “Görmez misin, kendilerine kitaptan bir nasip verilmiş olanlar, aralarında hüküm vermek için Allah’ın kitabına davet olunuyorlar da, sonra içlerinden bir kısmı yüz çevirerek dönüp gidiyor.”

Burada kitaptan murat Tevrattır veya semavî kitaplardır.

Ayetteki “nasib” kelimesinin elif-lâmsız gelmesi tazîm ve tahkire muhtemeldir.

Onları davet eden Hz. Peygamber, kitap ise Kur’andır.

Veya kitaptan murat şu rivayete göre Tevrat da olabilir:

Sebeb-i Nüzûl

Hz. Peygamber (asm) Yahudilerin yanına uğradı. Nuaym Bin Amr ve Hâris Bin Zeyd, Hz. Peygambere “hangi din üzeresin?” diye sordu. Hz. Peygamber, Hz. İbrahimin dini üzere olduğunu söyledi. Bunun üzerine onlar, “İbrahim bir Yahudi idi” dediler. Hz. Peygamber “öyle ise haydi Tevrata müracaat edip bakalım!” deyince bundan kaçındılar.

Bunun üzerine ayet nâzil oldu.

Ayette, sem’î delillerin usûlde hüccet olduğuna bir delil vardır.[2>

Ayet, onların kitaba müracaat etmeleri gerektiğini bilmelerine rağmen yüz çevirmelerini reddetmektedir.

24- ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُواْ لَن تَمَسَّنَا النَّارُ إِلاَّ أَيَّامًا مَّعْدُودَاتٍ “Bunun sebebi, onların “ateş bize sadece sayılı günlerde dokunacaktır” demeleridir.”

Yüz çevirmelerinin sebebi, bu yanlış inanç ve boş ümitle cehennem azabını kendileri hakkında hafife almalarıdır.

وَغَرَّهُمْ فِي دِينِهِم مَّا كَانُواْ يَفْتَرُونَ “Uydura geldikleri şeyler, dinleri konusunda kendilerini aldatmıştır.”

Onların,

– “Cehenneme girseler bile sayılı günlerde çok az orada kalacaklar.”

– “Ve ecdatları olan peygamberler onlara şefaat edip kurtaracaklar” şeklinde dinde uydurdukları şeyler, kendilerini aldatmıştır.

25- فَكَيْفَ إِذَا جَمَعْنَاهُمْ لِيَوْمٍ لاَّ رَيْبَ فِيهِ وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَّا كَسَبَتْ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ “Artık, o geleceğinde hiç şüphe olmayan gün için kendilerini bir araya topladığımız ve hiç kimseye haksızlık edilmeden herkese kazandığı tamamen ödendiği gün, hâlleri nice olur?”

“O gün onların hâli nice olur” derken, bu ifadede ahirette onların başına gelecek azabın büyüklüğünü göstermek ve “sayılı günler dışında ateş bize dokunmayacak” demelerini yalanlamak vardır.[3>

Rivayette şöyle bildirilmiştir: “Kıyamet günü kâfir grupları içinde en önce Yahudiler hesaba çekilir. Allah onları herkesin önünde rezil rüsvay eder, ardından da cehenneme atılmalarını emreder.”

Her nefse, yaptıklarının karşılığı eksiksiz verilir.

“Herkese kazandığı tamamen ödendiği vakit” ifadesinde, ibadetin boşa gitmediğine ve mü’minin cehennemde daimî kalmayacağına bir delil vardır. Çünkü iman ve amelinin karşılığını eksiksiz alması cehennemde ve cehenneme girmezden önce olmaz. Öyleyse, bunların karşılığını alması cehennemden kurtulduktan sonradır.

26- قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ “De ki: “Ey mülkün sahibi Allah’ım!”

Ey mülkün mâliki olan, hükümdarların sahip oldukları şeylerde icraatları gibi, icraat mümkün olan şeylerde icraatta bulunan Allahım!

تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاء “Sen mülkü dilediğine verirsin.”

وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاء “Dilediğinden de mülkü çeker alırsın.”

Ayette, üç defa mülk ifadesi geçer. Bunlardan birincisi geneldir, bütün mülkü ifade eder, ikincisi ve üçüncü mülk kelimeleri ise o mülkten bir kısımdır.

“Mülkten murat peygamberliktir. Bunun alınması bir kavimden başka bir kavime intikalidir” denildi.

وَتُعِزُّ مَن تَشَاء “Dilediğini aziz edersin.”

وَتُذِلُّ مَن تَشَاء “Dilediğini de zelil edersin.”

Dünyada veya ahirette veya her ikisinde birden nusret vererek veya mağlup ederek, muvaffak kılarak veya yardımı keserek dilediğini aziz kılarsın, dilediğini de zelil yaparsın.

بِيَدِكَ الْخَيْرُ “Her hayır Senin elindedir.”

Ayette “her hayır Senin elindedir” denilip şerden söz edilmemesi, hayrın bizzat matlup olmasından, şerrin ise arızî olarak meydana gelmesindendir. Çünkü büyük bir hayrı tazammun etmedikçe, cüzî bir şer meydana gelmez.

Veya şerrin ifade edilmemesi, hitapta edebe müraat içindir.

Veya kelâmın hayır konusunda gelmesindendir.

Sebeb-i Nüzûl

Çünkü, Peygamber (asm) Hendek savaşı öncesinde kazılacak hendeğin planını yaptı. Her on kişiye kırk arşın mesafeyi kazmalarını emretti. Onlar da kazmaya başladılar. Derken hendek kazılan çukurda balyoz işlemez bir kayaya rastladılar. Selman-ı Farisiyi haber vermek üzere Peygambere gönderdiler. Derken Hz. Peygamber geldi, balyozu aldı, kayaya vurdu. Kaya çatladı. Kayadan adeta bir şimşek çıktı, karanlık bir odada lambanın aydınlatması gibi çevreyi aydınlattı. Bunun üzerine Hz. Peygamber tekbîr getirdi, Müslümanlar da tekbîr getirip, “Allahu Ekber” dediler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

“Köpeğin dişlerini görür gibi, sanki Hîre’nin saraylarını gördüm.”

Sonra kayaya ikinci kez vurdu, şöyle buyurdu:

“Rum diyarından Himyer şehrinin sarayları bana aydınlandı.”

Üçüncü defa vurduğunda ise şöyle buyurdu:

“San’a şehrinin sarayları bana aydınlandı. Cibril bana haber verdi ki, ümmetim bunların hepsine galip gelecektir. Size müjdeler olsun!”

Bunun üzerine münafıklar şöyle dediler:

“Siz buna hayret etmiyor musunuz? Sizi boş hayaller, batıl vaatlerle oyalıyor! Medine’den Hîre saraylarını ve Kisra’nın şehirlerini gördüğünü söylüyor. Siz korkudan hendek kazarken, o size fetihlerden söz ediyor!”

Onların bu sözleri üzerine ayet nâzil oldu

Allah-u Teâlâ, şerrin de kendi elinde olduğuna şu ifadeyle tenbihte bulundu:

إِنَّكَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Şüphesiz Sen her şeye kadirsin.”

27- تُولِجُ اللَّيْلَ فِي الْنَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ “Geceyi gündüze sokarsın, gündüzü de geceye sokarsın.”

وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الَمَيَّتَ مِنَ الْحَيِّ “Ölüden diri çıkarırsın, diriden de ölü çıkarırsın.”

وَتَرْزُقُ مَن تَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ “Ve dilediğine hesapsız rızık verirsin.”

Cenab-ı Hak ardından gece ve gündüzün, ölüm ve hayatın peş peşe gelmesini nazara verdi. Bunda, “bunları yapan zillet ve izzeti peş peşe getirmeye, mülkü vermeye ve almaya da kâdirdir” manasına bir delâlet vardır.

Gece ve gündüzün birbirine girmesi bunların birbirini takîben gelmesi, ziyade ve noksan olmaları anlamındadır. Ölüden diri ve diriden ölü çıkması, cansız maddelerden canlıların yaratılması ve bunların sonra ölmeleridir.

Veya nutfeden canlının ve canlıdan da nutfenin yapılmasıdır.

İşarî bir mana olarak mü’minden kâfir, kâfirden mü’min çıkması nazara verildi.

28- لاَّ يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُوْنِ الْمُؤْمِنِينَ “Mü’minler, mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinmesin.”

Mü’minler, akrabalık veya cahiliye döneminden kalan bir dostluk ve benzeri sebeplerle kâfirlere dostluk göstermekten nehyedildiler. Çünkü mü’minin sevgisi de buğzu da Allah için olmalıdır.[4>

Veya nehyedilen durum, savaşta ve diğer dinî meselelerde onlardan yardım almaktır. Ayette, dostluğa layık olanların ancak mü’minler olduğuna ve onlara gösterilecek dostluğun kâfirlerin dostluğuna bir alternatif olduğuna işaret vardır.

وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللّهِ فِي شَيْءٍ “Kim böyle yaparsa, Allah ile bir ilişiği kalmaz.”

Onlara sevgi gösteren, gerçek anlamda Allahı sevmiş olamaz. Çünkü iki zıd sevgi bir arada bulunmaz.[5>

إِلاَّ أَن تَتَّقُواْ مِنْهُمْ تُقَاةً “Ancak onlardan korunmanız başkadır.”

Ancak, onların cephelerinden gelebilecek sakınılması gereken bir durum varsa, o zaman durum farklıdır.

Mü’minler, onlardan gelebilecek bir zarar korkusu hâli dışında, zahiren ve batınen onlara dostluk göstermekten men edildiler. Ancak sakınılması gereken bir hâlde, zâhiren dostluk caizdir. Hz. İsa şöyle der: “Yumuşak huylu ol ve başkalarıyla beraber yürü.”[6>

وَيُحَذِّرُكُمُ اللّهُ نَفْسَهُ “Allah, sizi nefsinden sakındırıyor.”

وَإِلَى اللّهِ الْمَصِيرُ “Dönüş Allah’adır.”

Öyleyse ahkâmına muhalefet ve düşmanlarına dostlukla Allahın gadabını celbetmeyin.

Bu, nehyin çok ileri boyutta olduğunu hissettiren çok büyük bir tehdittir.

“Allah sizi nefsinden sakındırıyor” derken nefisten murat Allahın zâtıdır. Bunun nazara verilmesi, uyarılan azabın Allahtan geleceğini, kâfir olmayan kimsenin bu uyarıyı nazara alması gerektiğini bildirmek içindir.

29- قُلْ إِن تُخْفُواْ مَا فِي صُدُورِكُمْ أَوْ تُبْدُوهُ يَعْلَمْهُ اللّهُ “De ki: Kalplerinizde olanı gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir.”

Yani, o Allah içinizdeki kâfirlere karşı sevgiyi ve diğerlerini -gizleseniz de açıklasanız da- bilir.

وَيَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأرْضِ “Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsini bilir.”

Göklerde ve yerde ne varsa bilince, elbette sizin gizli ve açık hallerinizi de bilir.

وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Ve Allah, her şeye kadirdir.”

Dolayısıyla, şayet nehyedildiğiniz şeylere son vermezseniz, sizi cezalandırmaya da kâdirdir.

Ayet, biraz önceki “Allah sizi nefsinden sakındırıyor” ayetinin bir beyanıdır. Sanki şöyle demiştir: Allah zâtına karşı sizi uyarıyor ve sakındırıyor. Çünkü O, bütün malumatı kuşatan zâtî bir bilgiyle ve bütün mukadderatı içine alan zâtî bir kudretle muttasıftır. Öyleyse O’na isyana cesaret etmeyin. Çünkü O, her günaha muttalidir ve ona ceza vermeye de kâdirdir.

30- يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَّا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُّحْضَرًا وَمَا عَمِلَتْ مِن سُوَءٍ “O gün her nefis (her kişi), her ne hayır işlemişse ve her ne kötülük yapmışsa onları önünde hazır bulur.”

تَوَدُّ لَوْ أَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُ أَمَدًا بَعِيدًا “Onunla (yaptığı kötülüklerle) kendi arasında uzak bir mesafe bulunsun ister.”

Yani, her nefis amel defterini aldığı veya hayır ve şerden bütün amellerinin karşılığını hazır bulduğu gün, kendisiyle o gün arasında çok uzak bir mesafe olmasını temennî eder.

وَيُحَذِّرُكُمُ اللّهُ نَفْسَهُ “Allah, sizi nefsinden sakındırıyor.”

Ayetin bu kısmının tekrarı, te’kid (manayı kuvvetlendirme) ve hatırlatma içindir.

وَاللّهُ رَؤُوفُ بِالْعِبَادِ “Ve Allah, kullarına çok merhametlidir.”

Ayet, Allahu Teâlânın nehyetmesi ve sakındırmasının onlara acımasından ve salahlarını gözetmekten olduğuna bir işarettir.

Veya bunda O’nun hem mağfiret, hem de azap sahibi olduğunu hatırlatmak vardır, ta ki rahmeti ümit edilsin, azabından da korkulsun.

31- قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ “(Ey Peygamber!) De ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”

Muhabbet, bir şeyde olan kemâl sebebiyle, nefsin o şeye meylidir. Öyle ki, bu muhabbet insanı o şeye yakın olmaya sevk eder.

Kul, hakiki kemâlin ancak Allahta olduğunu, gerek nefsinde gerekse diğer varlıklarda gördüğü kemâlin Allahtan, Allah ile ve Allaha yönelik olduğunu bildiğinde, muhabbeti ancak Allaha yönelir, sevdiğini de O’nun namına sever. Bu da Allaha itaati istemesini ve O’na yaklaştıracak şeylere rağbet etmesini gerektirir. Bundan dolayı, Allaha muhabbet, “O’na itaat etmeyi murat etmek” şeklinde açıklanmıştır. Ve bu, ibadetinde peygambere tâbi olmayı ve O’na teslimiyeti istilzam etmek olarak görülmüştür.

Siz Allaha muhabbetin göstergesi olarak peygambere uyarsanız Allah sizden razı olur, taşkın halleriniz sebebiyle kalbinizde meydana gelen perdeleri açar, böylece sizi kurbiyetine mazhar kılar, sizi seçkinlerden yapar.

Allahın rızası ve özel ikramlarından “sizi sevsin” şeklinde bahsedilmesi, ya istiare veya mukabele üslûbu iledir.[7>

وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Allah Ğafur – Rahîm’dir.”

Allaha itaat ve rasûlüne ittiba ile Allaha muhabbetini gösterenlere karşı, yüce Allah son derece şefkatli ve merhametlidir.

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre, Yahudiler “biz Allahın oğullarıyız ve sevgili kullarıyız” demeleri üzerine bu ayet nâzil oldu.

Bu konuda bir başka rivayete göre ise, ayet Necran heyeti hakkında indi.

“Biz Allaha muhabbetimizin göstergesi olarak İsaya ibadet ediyoruz” demişlerdi.

Şöyle de denildi: Hz. Peygamber zamanında bazıları Allahı sevdikleri iddiasında bulundular. Bunun üzerine, sözlerini tasdik için amel etmekle emrolundular.

32- قُلْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ “De ki: Allah’a ve Peygamber’e itaat edin!”

فإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ الْكَافِرِينَ “Eğer yüz çevirirlerse, şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez.”

Allah onlardan razı olmaz, kendilerini sena etmez.

Ayette “Allah onları sevmez” denilebileceği halde “Allah kâfirleri sevmez” denilmesi

-Umum anlaşılmasın diye,

-Allaha ve peygambere itaatten yüz çevirmenin küfür olduğuna delâlet için,

-Allahın muhabbeti, küfür sebebiyle kâfirlerden nefyedildiğini göstermek için,

-“O’nun muhabbeti mü’minlere mahsustur, gibi manaları ifade etmesi içindir.

Nisan 8th, 2019

Al-i İmran Suresi, 10 – 20 Ayetleri Arası Tefsiri


10- إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَن تُغْنِيَ عَنْهُمْ أَمْوَالُهُمْ وَلاَ أَوْلاَدُهُم مِّنَ اللّهِ شَيْئًا “İnkâr edenlerin malları da evlatları da Allah’a karşı onlara bir fayda sağlamaz.”

وَأُولَئِكَ هُمْ وَقُودُ النَّارِ “Ve işte onlar, cehennem ateşinin yakıtıdırlar.”

İfade, bütün kâfirleri içine alacak şekilde geneldir.

Bununla beraber bundan murat,

-Necran Hristiyanlarından Medineye gelen heyet,

-Yahudiler,

-Arab müşrikleri olduğu da söylendi.

11- كَدَأْبِ آلِ فِرْعَوْنَ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ “Bunların durumu, âl-i Firavun ve onlardan öncekilerin durumu gibidir:”

Yani, nasıl ki Firavun hanedanına ve diğerlerine mal ve evlatları bir fayda vermedi, bunlara da vermeyecektir.

كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا “Âyetlerimizi yalanladılar.”

فَأَخَذَهُمُ اللّهُ بِذُنُوبِهِمْ “Allah da onları günahlarıyla kıskıvrak yakaladı.”

وَاللّهُ شَدِيدُ الْعِقَابِ “Allah, azabı çok şiddetli olandır.”

Ayetin bu kısmı, onların cezalandırılmalarının dehşetini bildirmek ve kâfirleri korkutmak içindir.

12- قُل لِّلَّذِينَ كَفَرُواْ سَتُغْلَبُونَ وَتُحْشَرُونَ إِلَى جَهَنَّمَ “O inkar edenlere de ki: Siz mağlup olacak ve cehenneme sürüleceksiniz.”

Mekke müşriklerine şöyle de: “Bedirde mağlup olacaksınız.”

Sebeb-i Nüzûl

Bunlardan murat Yahudiler de olabilir: Rivayete göre Hz. Peygamber onları Bedir zaferinden sonra Benî Kaynuka pazarında topladı, Kureyşin başına gelenlerin kendi başlarına da gelmesinden sakındırdı. Bunun üzeriÂl-

i İmran Sûresi b 355

ne “harp nedir bilmeyen acemilere galip gelmek seni aldatmasın. Şayet bizimle savaşırsan, ne yaman kimseler olduğumuzu anlarsın” dediler. Ayet, bu vakıa üzerine nazil oldu.

Allahu Teâlâ,

-Kurayza oğullarının katli,

-Nadîr oğullarının sürgüne gönderilmesi,

-Hayberin fethi,

-Diğerlerinin de cizye ödemeye mahkûm edilmeleriyle onlara vaat edilenleri doğru kıldı. Bu ilâhî vaadin tahakkuku, nübüvvet delillerindendir.

وَبِئْسَ الْمِهَادُ “Orası ne fena bir döşektir.”

Bu ifade, onlara söylenen sözün devamıdır.

Veya, “cehennem, onlar için ne kötü bir döşektir.”

Veya “nefisleri için hazırladıkları şey ne kötüdür” anlamında yeni bir cümle de olabilir.

13- قَدْ كَانَ لَكُمْ آيَةٌ فِي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَا “Şüphesiz, karşı karşıya gelen iki toplulukta sizin için bir ibret vardır:”

Bedir günü karşılaşan iki toplulukta size bir ibret vardır.

Hitap, Kureyş müşriklerinedir.

Yahudilere veya mü’minlere de olabilir.

فِئَةٌ تُقَاتِلُ فِي سَبِيلِ اللّهِ “Bir topluluk Allah yolunda çarpışıyordu.”

وَأُخْرَى كَافِرَةٌ “Öteki ise kâfirdi.”

يَرَوْنَهُم مِّثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِ “(Onları) göz kararıyla kendilerinin iki katı görüyorlardı.”

Müşriklerin sayısı bin kadardı, mü’minleri kendilerinin iki katı görüyorlardı.

Veya kendilerini müslümanların iki katı görüyorlardı. Müslümanlar ise üçyüz on küsur kişi idi. Bu şekilde görmeleri, Allahın müslümanları onlara az göstermesiyle oldu, böylece savaşa cüret edebildiler, onlara yöneldiler. Savaş başladığında ise, kendilerine müslümanlar çok gösterildi, mağlup oldular. Bu, Allahtan mü’minlere bir medet idi.

Veya mü’minler, müşrikler gerçekte onların üç katı olmalarına rağmen, kendilerinin iki katı olarak görüyorlardı. Bu onlara sebat verdi, “O halde sizden sabreden yüz kişi olursa ikiyüze galip gelir. Ve sizden bin kişi olursa, Allah’ın izniyle ikibine galip gelir.” (Enfal, 66) ayeti ile kendilerine vaat edilen zafere ulaşacaklarına inandılar.

وَاللّهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِهِ مَن يَشَاء “Allah dilediğini yardımıyla destekler.”

Allah, Bedir’e katılan müslümanlara yardım ettiği gibi, dilediğine yardım eder, zafer kazandırır.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَعِبْرَةً لَّأُوْلِي الأَبْصَارِ “Basiret sahipleri için bunda elbette bir ibret vardır.”

“Bunda” derken, bununla

-İki tarafın az ve çok gösterilmeleri,

-Silahsız bir azınlığın pür silah bir çoğunluğa galip gelmesi

-Bu vakıanın bir ayet olması,

-İşin Hz. Peygamberin haber verdiği şekilde meydana gelmesi kastedilebilir.

İşte bunda, basiret sahiplerine veya onları görenlere bir öğüt, bir ibret vardır.

14- زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَاء وَالْبَنِينَ وَالْقَنَاطِيرِ الْمُقَنطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالأَنْعَامِ وَالْحَرْثِ “Kadınlar, oğullar, yığınla altın ve gümüş, cins atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insanlara süslü gösterildi.”

Ayet metnindeki “hubbu’ş- şehevat”tan murat, şehvet duyulan şeylerdir. Bunun “şehevat” şeklinde ifadesi onların şu şehvet duyulan şeyleri sevmede kendilerini iyice kaptırmaları, hatta “şehvet sevdalıları” hâline gelmelerine bir imadır. (Sad, 32) ayetinde “hubbul- hayr” yani hayırlı şeyleri sevmek şeklinde bunun müsbet şekli gösterilir.

İnsanlara bu şeyleri süslü kılan Allahu Teâlâdır. Çünkü fiilleri ve fiillere sevkeden şeyleri yaratan O’dur.

Allahu Teâlânın bunları süslü kılması, imtihan içindir.

Veya Allahın razı olduğu şekilde kullanıldığında, bunların ahiret saadetine vesile olmasındandır.

Veya bunların süslü kılınması, yaşamak ve neslin devamı bunlarla olmasındandır.

Ayetin kınama sadedinde olmasından dolayı, bunları süsleyenin şeytan olduğu söylendi. Cübbaî ise, mubah ve haram olanlar arasında ayırım yaparak nazara verdi.[1>

ذَلِكَ مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا “Bunlar dünya hayatının metaıdır.”

Yani, bu zikrolunanlar dünya hayatının geçici birer menfaatidir.

وَاللّهُ عِندَهُ حُسْنُ الْمَآبِ “Oysa asıl varılacak güzel yer ise, ancak Allah katındadır.”

Bu ifadede, noksan ve fani şehevatı bırakıp, Allah nezdinde olan hakiki ve daimi lezzetlere yönelmeye bir teşvik vardır.

15 – قُلْ أَؤُنَبِّئُكُم بِخَيْرٍ مِّن ذَلِكُمْ “De ki: Size, daha hayırlısını haber vereyim mi?”

Dünyanın lezzetlerinden daha hayırlı olan Allahın sevabını size haber vereyim mi?

لِلَّذِينَ اتَّقَوْا عِندَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَأَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِّنَ اللّهِ “Günahlardan sakınanlar için Rableri katında, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır.”

Ayet, daha hayırlı olanları beyan eden yeni bir cümledir.

وَاللّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ “Allah, kullarını hakkıyla görendir.”

Allah kullarının amellerini görür, güzel işler yapanları mükâfatlandırır, kötü işler yapanları ise cezalandırır.

Veya “Allah, günahlardan sakınanların hallerini görür. Gördüğü için onlara cennetler hazırlamıştır.”

Allahu Teâlâ bu ayetle nimetlerini hatırlatmıştır. Bu nimetlerin en aşağı mertebede olanı, dünya hayatının metaıdır, en üstte olanı ise Allahın rızasıdır. Nitekim yüce Allah şöyle bildirir:

“Allah mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, altlarından ırmaklar akan ebedi kalacakları cennetler vaad etti. Ayrıca Adn cennetlerinde hoş meskenler. Allah’ın rızası ise en büyüktür.” (Tevbe, 72) Nimetlerin ortası ise, cennet ve cennetteki nimetlerdir.

16- الَّذِينَ يَقُولُونَ “Bunlar şöyle derler:”

رَبَّنَا إِنَّنَا آمَنَّا “Rabbimiz, biz gerçekten iman ettik.”

فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا “Günahlarımızı bağışla.”

وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ “Ve ateş azabından bizi koru.”

Ayet, müttakilerin sıfatıdır.

Veya “Allah, kullarını hakkıyla görendir” ayetindeki kulların bir sıfatıdır. Yani, “o kullar şöyle derler…”

Onların Cenab-ı Haktan mağfiret isterken bunu imanlarına dayandırmalarında, yani “biz gerçekten iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla.” demelerinde, mağfirete layık olmada veya ona mazhar olmaya kabiliyet kesbetmede imanın kâfi olduğuna bir delil vardır.

17- الصَّابِرِينَ وَالصَّادِقِينَ وَالْقَانِتِينَ وَالْمُنفِقِينَ وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالأَسْحَارِ “Onlar; sabredenler ve sadık olanlar ve huzurda boyun büküp divan duranlar ve Allah yolunda harcayanlar ve seherlerde istiğfar edenlerdir.”

Ayet, Allah yolunda sülûk eden kimsenin makamlarını anlatır. Çünkü sâlikin Allah ile muamelesi

1-Ya tevessül ile,

2-Veya talep ile olur.

Tevessül ya nefis ile olur. Bu da, nefsi rezaletlerden men etmek ve faziletli işlere sevk etmekledir. Sabır, bunların her ikisini de içine alır.

Veya beden ile olur. Bu da ya söz iledir, sözün sadık olmasıdır. Veya beden iledir, o da taate devam etmekten ibarettir.

Veya mal ile olur. O da hayır yolunda infak etmektir.

Talep ise, o da istiğfarla olur. Çünkü mağfiret istemek, taleplerin en büyüğüdür, onların hepsini cem eder.

Ayette “sabredenler ve sadık olanlar ve huzurda boyun büküp divan duranlar…” şeklinde her biri atıf vavıyla gelmesi, bu özelliklerden her birinin müstakil oluşuna ve bu kimselerin o özelliklerde kemâl mertebede bulunmalarına delâlet içindir.

Veya bunlarla nitelenen kimselerin ayrı ayrı insan grupları olmasına delâlet de düşünülebilir.

“Seherlerde istiğfar edenler” derken, seher vaktinin belirtilmesi, o vakitte yapılan duanın kabule daha yakın olmasındandır. Keza, o vakitte yapılan ibadet daha meşakkatli, nefis daha sâfi, ilâhî haşyet daha ziyadedir.

Denildi ki: Onlar seher vaktine kadar namaz kılarlar, sonra da istiğfar ve dua ederler.

18- شَهِدَ اللّهُ أَنَّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ وَالْمَلاَئِكَةُ وَأُوْلُواْ الْعِلْمِ قَآئِمَاً بِالْقِسْطِ “Allah, melekler ve ilim sahipleri, ondan başka ilâh olmadığına adaletle şâhitlik ettiler.”

Allahın kendisinin tek ilah oluşuna şehadet etmesi, tevhide delâlet eden tekvinî ayetleri dikerek ve onların manalarını anlatan kelamî ayetleri indirerek olur.

Melekler de tevhidi ikrar ederler.

Ehl-i ilim olanlar ise, tevhide inanarak ve ona deliller getirerek şehadette bulunurlar.

Ayette bu iman, şahidin şehadetine benzetilerek anlatıldı.

Allahın şehadeti, tam vakıa mutabık, âdil bir şehadettir.

لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُو “O’ndan başka ilâh yoktur.”

Bunun tekrarı

-Te’kid içindir,

-Delilleri serdedildikten sonra tevhid delillerini bilmeye ve tevhidle hükmetmeye daha ziyade itina gösterilmesi içindir.

-Bir de devamında gelen iki ismin zikrinin buna bina edilip, Allahın izzet ve hikmet sıfatlarıyla mevsuf olduğunun bilinmesi içindir.

الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ “O, Azîz’dir –Hakîm’dir.”

Önce Azîz isminin gelmesi, Allahın kudretini bilmenin hikmetini bilmekten önce olmasındandır.

Marifet ehlinin fazileti hakkında Hz. Peygamberden şöyle rivayet edilir: Marifet ehli kıyamet günü getirilir. Allahu Teâlâ der: “Bu kulum için nezdimde bir ahit vardır. Ben ise ahde vefaya en ehil olanım. Kulumu cennete alın.”

Bu rivayet, usulud-din ilminin üstünlüğüne ve ehlinin şerefine bir delildir.

19- إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ “Şüphesiz Allah katında din İslâm’dır.”

Ayet, önceki ayeti te’kid eden yeni bir cümledir. Yani, Allah indinde İslâmdan başka makbul bir din yoktur.

İslâm dini tevhiddir ve Hz. Peygamberin getirdiği yolu yol olarak seçmektir.

وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ إِلاَّ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ “Kendilerine kitap verilenler, onlara ilim geldikten sonra, sırf aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler.”

Kendilerine kitap verilenler, Yahudi ve Hristiyanlardır.

Veya önceki kitapların erbabı olanlardır.

Onların ihtilafı, İslâm dini hakkında oldu. Mesela bir kısmı “haktır” derken bazıları “Arabların dini” dedi. Bazıları ise, tümüyle reddetti.

İhtilaf tevhid hakkında da olabilir. Mesela Hristiyanlar teslise inandı. Yahudilerin bir kısmı “Üzeyir Allahın oğludur” dediler.

Veya bunlardan murat, Musanın kavmi de olabilir. Hz. Musadan sonra ihtilaf ettiler.

Keza Hristiyanlar da olabilir, onlar da Hz. İsa hakkında ihtilaf ettiler.

Bütün bunların ihtilafları, işin hakikatini öğrendikten ve ayet ve delilleri iyice bildikten sonra oldu. Onları bu ihtilafa sevk eden haset, riyaset sevdası gibi durumlardı. Yoksa bir şüpheden veya ihtilaf edilen konuda bir gizlilik olduğundan değildi.

وَمَن يَكْفُرْ بِآيَاتِ اللّهِ فَإِنَّ اللّهِ سَرِيعُ الْحِسَابِ “Kim Allah’ın âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.”

20- فَإنْ حَآجُّوكَ فَقُلْ “Buna karşı seninle münakaşaya kalkışırlarsa de ki:”

Şayet din hususunda Seninle tartışmaya girerler veya Sen onlara delil getirdikten sonra mücadeleye kalkışırlarsa, onlara şöyle de:

أَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِلّهِ وَمَنِ اتَّبَعَنِ “Ben, bana uyanlarla birlikte yüzümü Allah’a teslim ettim.”

O zaman Sen onlara de ki: Ben kendimi ve her şeyimi Allaha adadım, Allah için yapıyorum. Başkasını ona şerik yapmam.

Bu, delile dayanan, ayetlerin ve peygamberlerin davet ettiği dosdoğru dindir.

Ayette nefsin vecih (yüz) ile tabir edilmesi yüzün azaların en şereflisi olmasından, insandaki kuvve ve duyguların kendisinde görülmesindendir.

وَقُل لِّلَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ وَالأُمِّيِّينَ أَأَسْلَمْتُمْ “Kendilerine kitap verilenlere ve ümmîlere de ki: Siz de Hakka teslim oldunuz mu?”

Ümmiler, kitap ehlinden olmayan olanlara denilir. Arab müşrikleri gibi…

Siz de apaçık delili gördükten sonra benim gibi teslim oldunuz mu? Yoksa hâlâ küfrünüz üzere misiniz?

Bu ayetin üslûb olarak bir benzeri “Artık vazgeçtiniz, değil mi?” (Maide, 91) ayetidir.[2>

Ayette onları kıt akıllılıkla veya inatla ayıplama vardır.

فَإِنْ أَسْلَمُواْ فَقَدِ اهْتَدَو “Eğer teslim olurlarsa, hidayete ermiş olurlar.”

Hakka teslim olduklarında kendilerini dalaletten çıkarmakla yine kendilerine fayda vermiş olurlar.

وَّإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلاَغُ “Eğer yüz çevirirlerse, sana düşen ancak tebliğ etmektir.”

Eğer yüz çevirirlerse, Sana bir zarar veremezler. Çünkü Sana düşen ancak tebliğdir, zâten onu da yaptın.

وَاللّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ “Allah kulları görendir.”

Ayetin bu kısmı, hem vaad hem de vaîddir.

Nisan 8th, 2019

Al-i İmran Suresi, 1 – 9 Ayetleri Tefsiri


1- الم “Elif Lâm Mîm.”

2- اللّهُ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ “Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayandır.”

الْحَيُّ الْقَيُّومُ Hayy – Kayyum’dur.”

Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Allahu Teâlânın ism-i azamı üç sûrededir:

-Bakarada

-Âli İmran’da

-Taha sûresinde.

Bu üç sûrede Hayy- Kayyum isimleri beraber zikredilmektedir.[1>

3- نَزَّلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقاً لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ “O, kendisinden öncekileri doğrulayıcı olan Kitab’ı sana hak ile indirdi.”

Ayet metninde geçen tenzîl, peyderpey indirmeyi ifade eder.

Hak ile indirilmesi,

-Adaletle,

-Doğru haberlerle

-Allah katından olduğunu gösteren delillerle indirmesini anlatır.

وَأَنزَلَ التَّوْرَاةَ وَالإِنجِيلَ “Ve O, Tevrat’ı ve İncil’i indirdi.”

Hz. Musa ve Hz. İsaya da bir bütün olarak Tevrat ve İncili indirdi.

4- مِن قَبْلُ هُدًى لِّلنَّاسِ “(O bunları) daha önce insanlar için birer hidayet olarak (indirdi.)”

Bunları, Kur’anın tenzilinden önce indirdi.

Şayet “bizden öncekilere gelen şeriatla ibadet ederiz” dersek, ayette ifade edilen “insanlar” ifadesi genel bir mana taşır. Yoksa, bundan murat Tevrat ve İncile muhatap olan Yahudi ve Hıristiyanlardır.

وَأَنزَلَ الْفُرْقَانَ “Ve Furkan’ı da indirdi.”

Furkan dan murat, bütün ilâhî kitaplardır. Çünkü onlar, hak ile batıl arasını ayırmaktadırlar.

Bunun üç semavi kitaptan sonra zikri, bunların dışındaki ilâhî kitapların da furkan özelliğini nazara vermektir. Sanki şöyle demiştir: Bunların yanında diğer hak ve batılı ayıran kitapları da indirdi.

Furkan’dan muradın Zebur ve Kur’an olduğu da söylenmiştir.

“Bundan murat Kur’andır” dediğimizde Kur’anı bir özelliği ile zikretmek, onu medih ve tazim içindir, aynı zamanda üstünlüğüne bir işarettir. Yani, Kur’an nüzul ile gönderilen bir vahiy olmakta onlarla müşterektir. Mu’cize olması, hak yolda olanla batıl yolda olanı ayırması cihetiyle ise, onlardan temayüz eder, ayrılır.

Furkan’dan murat mu’cizeler de olabilir.

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِآيَاتِ اللّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ “Şüphesiz, Allah’ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır.”

Allahın gerek kelâmî gerekse tekvînî ayetlerini yalanlayanlar, için küfürleri sebebiyle çok şiddetli bir azap vardır.

وَاللّهُ عَزِيزٌ ذُو انتِقَامٍ “Allah, Azîz’dir – İntikam sahibidir.”

Allah Azîz’dir; galiptir, azap vermesine engel olunamaz.

İntikam sahibidir; hiçbir intikam alan, Onun gibi alamaz.

Ayet, tevhidin anlatımından ve nübüvvetin isbatında temel esasın ne olduğunun bildirilmesinden sonra getirildi. Bunda, meselenin büyüklüğünü bildirme ve ondan yüz çevirmekten sakındırma vardır.

5- إِنَّ اللّهَ لاَ يَخْفَىَ عَلَيْهِ شَيْءٌ فِي الأَرْضِ وَلاَ فِي السَّمَاء “Şüphesiz Allah’a yerde ve gökte hiçbir şey gizli kalmaz.”

Âlemde küllî cüzî, iman küfür ne varsa bunların hiçbiri Allaha gizli değildir. Âlemde olanların hepsi arz ve sema ile ifade edildi, çünkü insanın duyuları bunları aşamaz. Önce arzın söylenmesi, aşağıdan yukarıya doğru bir terakki sanatıdır. Ve ayrıca arzın zikrinden maksad, onda yapılan hatalara dikkat çekmek içindir.

Allahın her şeyi bilmesi, Hayy (ezeli-ebedi hayat sahibi) olmasına bir delil gibidir.

6- هُوَ الَّذِي يُصَوِّرُكُمْ فِي الأَرْحَامِ كَيْفَ يَشَاء “O, sizi rahimlerde nasıl dilerse öyle şekillendirir.”

“O sizi rahimlerde muhtelif sûretlerde dilediği şekilde tasvir eder.”

Bu da Allahın Kayyum oluşuna delil gibidir. Aynı zamanda biraz önce ifade edilen “Şüphesiz Allah’a yerde ve gökte hiçbir şey gizli kalmaz.” hakikatine de ana rahmindeki ceninde Allahın tasarrufu ve tasvirini nazara vererek bir delil getirmek vardır.

لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ “O’ndan başka ilâh yoktur.”

Çünkü O’ndan başkası, O’nun bildiklerinin tamamını bilemez, O’nun yaptıklarının bir mislini yapmaya güç yetiremez.

الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ “O, Azîz’dir –Hakîm’dir.”

Ayetin bu kısmı, Cenab-ı Hakkın kudretinin kemâline ve hikmetinin sınırsız oluşuna bir işarettir.

Denildi ki: Bu, Hz. İsanın Rab olduğuna iddia edenlere karşı bir delildir. Çünkü Necran heyeti Hz. Peygamberin yanına gelmiş, bu konuda tartışmıştı. Bunun üzerine sûrenin evvelinden itibaren seksen küsur ayet nâzil oldu.

Bu ayetlerde onların fikirlerine karşı deliller getirildi ve şüphelerine cevap verildi.

7- هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ “O Allah ki, Kitab’ı sana indirdi.”

مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ “Onun bazı âyetleri muhkemdir.”

Bu ayetlerin ibaresi muhkemdir, mücmel veya başka manalara muhtemel olmaktan korunmuştur.

هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ “Onlar ümmü’l- kitaptır.”

Ümmü’l Kitab, kitabın aslıdır, diğerleri ona müracaatla anlaşılır.

وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ “Diğerleri de müteşabihtir.”

Müteşabih ayetler, mücmel (öz) oluş veya zâhire (dış görünüşe) muhalefet gibi sebeplerle manası açık olmayan ve çeşitli manalara gelmesi muhtemel bulunan ayetlerdir. Bunlardan muradın ne olduğu, ancak araştırma ve tefekkürle bilinir.

Bazı ayetlerin bu şekilde müteşabih gelmesi,

-Bunları bilenlerin üstünlüğünün açığa çıkması,

-Bu alimlerin bunları düşünmede ve bunlardan muradın ne olduğunu anlamada gereken ilimleri tahsil hususunda gayretlerinin artması içindir. Ta ki bunların manalarını çıkarmada zihin yorarak, bunlarla muhkem ayetler arasında uygunluk bularak en yüksek derecelere ulaşabilsinler.

Ama “Bu öyle bir kitaptır ki, âyetleri muhkem kılınmıştır.” (Hûd,1) ayetindeki nazara verilen muhkemlik, Kur’an ayetlerinin mana bozukluğundan ve lafzın rekâketinden korunmuş olmasıdır.

Başka ayette geçen “Allah, sözün en güzelini müteşabih, mesani (ahenkli) bir kitap olarak indirdi.” (Zümer, 23) ifadesindeki müteşabihlik, Kur’an ayetlerinin mananın sahihliğinde ve lafzın cezaletinde birbirine benzemesidir.

فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ “Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık te’vilini yapmak için müteşabih âyetlerin ardına düşerler.”

Kalplerinde eğrilik olanlar, ehl-i bidâ olmak gibi, kalbinde haktan sapmak özelliği bulunanlardır.

Yani, bunlar müteşabih ayetlere ilgi duyarlar, bunları zâhirine göre değerlendirirler veya batıl te’vil ile te’vil ederler.

Bunların müteşabih ayetlere ilgi duyması,

-Şüphe uyandırarak,

-Birbirine karıştırıp yanlış mana vererek,

-Muhkem ve müteşabihi birbiriyle çelişir göstererek insanları din konusunda fitneye düşürmek içindir.

-Ayrıca, keyiflerine göre bunları te’vil etmek için bunlara ilgi duyarlar.

Onların bu ayetlere tâbi olması, her iki amacı tahakkuk ettirmek için olabileceği gibi, sırasıyla birer birer yapmak için de olabilir.

Bunlardan birincisi inatçı olana, ikincisi ise cahil olana uygundur.[2>

وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ “Oysa onun te’vilini ancak Allah bilir.”

وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا “İlimde kökleşmiş olanlar, “Ona iman ettik, hepsi Rabbimiz katındandır” derler.”

Bunların hamledilmesi gereken te’vilini ancak Allah bilir ve bir de ilimde rüsuh peyda etmiş, kökleşmiş olanlar bilir.

Ayete şöyle de mana verilebilir:

“Onun te’vilini ancak Allah bilir. İlimde kökleşmiş olanlar ise…”

Bu şekilde mana verenler müteşabih ayetlerin ilmini Allaha has kılarlar. Mesela, dünyanın ömrü, kıyametin vakti, zebanilerle ilgili ayette olduğu gibi rakamların sırları bunlardandır.

“Ona iman ettik” ifadesi,

-Ya yeni bir cümledir, ilimde kökleşmiş olanların hâlini anlatır.

-Veya ilimde kökleşmiş olanlar için hâl cümlesi olarak gelmiştir.

-Veya “İlimde kökleşmiş olanlar”ı mübteda yaparsak, “ona iman ettik derler” kısmı da haber olur.

رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ “(Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.”

Ayet, ilimde kökleşmiş olanları zihin kalitesi ve güzel tefekkürle bir medihtir ve onların müteşabih ayetleri te’vile ne ile ehil olduklarına bir işarettir. O da, his perdelerinden aklın uzak kalmasıdır.[3>

Ayetin öncesiyle irtibatı:

Bu ayet, ruhun ilimle tasviri ve terbiyesi hakkındadır. Önceki ayet ise, cesede sûret verilmesi ve düzgün yaratılması hakkında idi.

Veya bu ayet, Kur’anda Hz. İsaya Allahın kelimesi ve ruhu denilmesinden hareketle, Hristiyanların kendi iddialarına delil getirme teşebbüsüne bir cevaptır.[4>

Keza, “O, sizi rahimlerde dilediği gibi şekillendirir” ayeti, onların Hz. İsayı -hâşâ- ilah, Allahı da baba görmelerine bir cevaptır.[5>

8- رَبَّنَا لاَ تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ إِذْ هَدَيْتَنَا “Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme.”

İlimde kökleşmiş olanlar şöyle dua ederler: “Ya Rabbena, razı olmayacağın te’vil ile müteşabihe uyup da, kalplerimizi hak yoldan saptırma.”

Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Âdemoğlunun kalbi Rahmânın parmaklarından iki parmağı arasındadır. İsterse hak üzere kâim kılar, isterse de haktan saptırır.”

Ayete şöyle mana verildi: “Ya Rabbena, kalplerimizi saptıracak şekilde bizi belalarla mübtelâ eyleme!”

Bizi hakka, hem muhkem hem müteşabihe iman etmeye hidayet ettikten sonra, saptırma.

وَهَبْ لَنَا مِن لَّدُنكَ رَحْمَةً “Bize katından bir rahmet bahşet.”

“O rahmet bizi kurbiyetine (yakınlığına) mazhar kılsın, bu rahmetle Senin nezdinde olana ulaşalım.” Ayette istenen rahmet, hak üzere sabit olmakta muvaffakiyet veya günahlardan mağfiret de olabilir.

إِنَّكَ أَنتَ الْوَهَّابُ “Şüphesiz sen Vehhab’sın.”

Her isteneni veren Sensin.

Ayette hidayet ve dalaletin Allahtan olduğuna, kullarına verdiklerini lütuf ile verdiğine, yoksa hiçbir şeyin kendisine vacip olmadığına bir delil vardır.

9- رَبَّنَا إِنَّكَ جَامِعُ النَّاسِ لِيَوْمٍ لاَّ رَيْبَ فِيهِ “Rabbimiz! Şüphesiz sen, hakkında şüphe olmayan bir günde insanları toplayacaksın.”

O günün vukuunda, o günde meydana gelecek haşir ve cezada asla bir şüphe yoktur.

Ayette onların kalplerinin saptırılmasından Allaha sığınmalarında ve Allahtan rahmet istemelerinde asıl maksatlarının ahiret olduğuna dikkat çekildi. Çünkü dönüş yeri orasıdır.

إِنَّ اللّهَ لاَ يُخْلِفُ الْمِيعَادَ “Şüphesiz Allah va’dinden dönmez.”

Çünkü ulûhiyet (ilah olmak) va’dini yerine getirmemeye aykırıdır. Hem bunu hissettirmek, hem de vaad edilenin büyüklüğünü nazara vermek için hitap değiştirildi.

Nisan 8th, 2019

Mevlana Sözü


Demir gibi cahili, altın gibi bilginden daha kıymetli yapan şey ahlâktır.

Mevlana

Nisan 8th, 2019

Günün Hadisi 8 Nisan 2019


İmrân İbnu’l-Husayn radıyallâhu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a Cüheyneli, zinâdan hamile kalmış bir kadın geldi ve:

“Ey Allah’ın Resûlü! Ben bir hadd cürmü işledim, cezasını bana tatbik et” dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’da kadının velisini çağırıp:

“Buna iyi muamelede bulunun. Çocuğu doğurunca kadını bana getirin!” buyurdu. Velisi öyle yaptı. Doğumdan sonra gelince Resûlullah kadının elbisesini üzerine bağlamalarını emretti. Sonra taşlamalarını söyledi ve taşlandı. Üzerine cenaze namazı kıldırdı. Bunu gören Hz. Ömer:

“Bu zâniye kadına namaz mı kıldırıyorsun?” dedi. Aleyhissalatu vesselam Efendimiz:

” Bu öyle bir tevbe yaptı ki, onun tevbesi Medine ahalisinden yetmiş kişiye taksim edilseydi onların hepsini rahmete bandırırdı. Sen Allah için canını vermekten daha efdâl bir amel biliyor musun?” diye cevap verdi.”

Müslim, Hudud 24, (1696); Tirmizî,Hudud 9, (1435); Ebü Dâvud, Hudud 25, (4440, 4441); Nesâî, Cenâiz 64, (4, 63).

Nisan 8th, 2019

Süper Hızlı Hosting Hizmeti


Süper Hızlı Hosting Hizmeti

Aldığınız hosting hizmetinden memnun değil misiniz? Teknik bilginiz varsa özel hosting firmalarına bu işi teslim etmek yerine sorununuzu Kiralık sunucu ile çözebilirsiz. Kiraladığınız sunucu sadece size hizmet verir. Başka siteler bu sunucularda yer almaz. Böylece tüm trafik alanları size ayrılmış olur. Sizinle aynı sunucuda bulunan siteler herhangi bir saldırıya uğradığında yaşadığı bu olumsuzluktan siz de etkilenirsiniz. Bir sunucuda çok fazla site yer alırsa zamanla bu sunucuda yer alan sitelerin hızlarında ciddi bir düşüş meydana gelir. Sitelerinizin daha hızlı ve atik çalışması için sizde sunucu kiralamalısınız. Sunucu kiralama firmaları içinde en çok dikkat çeken firma htateknoloji.com firmasıdır. Sunucu kiralamak ve hosting hizmeti almak için bağlantı linkine tıklamanız yeterlidir.

Nisan 4th, 2019