Al-i İmran Suresi, 33 – 44 Tefsiri
33- إِنَّ اللّهَ اصْطَفَى آدَمَ وَنُوحًا وَآلَ إِبْرَاهِيمَ وَآلَ عِمْرَانَ عَلَى الْعَالَمِينَ “Şüphesiz Allah, Âdem’i, Nûh’u, âl-i İbrahim’i ve âl-i İmran’ı âlemler üzerine seçkin kıldı.”
Cenab-ı Hakkın bunları seçmesi
-Peygamberlikle
-Ruhanî ve cismanî özellikleri iledir.
Bundan dolayı, başkalarının güç yetiremediklerine güç yetirmişlerdir.
Allah-u Teâlâ peygambere itaati vacip kılıp, O’na olan itaatin Allahın muhabbetini celbedici olduğuna dikkat çektikten sonra, teşvik olarak peygamber kıssalarını peşinden getirdi.
Bununla, onların meleklere üstünlüğüne delil getirildi.
Hz. İbrahimin âli; Hz. İsmail, Hz. İshak ve bu ikisinin nesilleridir. Peygamber efendimiz de Âl-i İbrahim’dendir.
Âl-i İmran ise, İmranın iki oğlu Hz. Musa ve Harundur.
Veya İmranın kızı Hz. Meryem ve O’nun oğlu Hz. İsadır.
Bu iki İmran arasında bin sekiz yüz sene vardır.
34- ذُرِّيَّةً بَعْضُهَا مِن بَعْضٍ “Bunlar zürriyet/nesil olarak birbirinden gelmişlerdir.”
وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ “Ve Allah Semi’ – Alîm’dir.”
Allah insanların sözlerini işitir ve amellerini bilir ve onlardan sözü ve ameli istikametli olanı seçer.
Veya biraz sonra kıssası anlatılacak İmran’ın hanımının sözünü işitir, niyetini bilir.
35- إِذْ قَالَتِ امْرَأَةُ عِمْرَانَ “Hani, İmran’ın hanımı şöyle demişti:”
رَبِّ إِنِّي نَذَرْتُ لَكَ مَا فِي بَطْنِي مُحَرَّرًا “Ya Rabbi! Karnımdaki çocuğu sırf sana hizmet etmek üzere adadım.”
فَتَقَبَّلْ مِنِّي “Benden kabul et.”
İmran’ın hanımının ismi Hanne’dir. Hanne, Hz. İsa’nın ninesidir.
Hz. Musa ve Hz. Harun’un babalarının ismi de İmran idi. Bu iki peygamberin yaşça kendilerinden daha büyük Meryem isimli ablaları da vardı. Bundan dolayı ayette bahsedilen İmran’ın hanımını Hz. Musa ve Hz. Harun’un anneleri zannedenler olmuşsa da, Hz. Zekeriya’nın Meryem’in terbiyesiyle meşgul olduğunun Kur’anda yer alması bunu reddeder.
Hz. İsa ve Hz. Yahya, baba cihetiyle teyze çocukları idi. Rivayete göre Hz. Meryem’in annesi Hanne, kısır ve yaşlı bir kadındı. Bir gün bir ağacın altında gölgelenirken yavrusunu yediren bir kuş gördü, çocuk sahibi olma duyguları alevlendi, “ah, bir çocuğum olsa” diye temennîde bulundu. “Allah’ım” dedi, “Sana söz veriyorum, şayet çocukla beni rızıklandırırsan onu Beyt-i Makdise vakfedeceğim, Senin Beyt’ine hizmet edecek.”
Derken Meryem’e hamile oldu, kocası İmran ise vefat etti. Böyle bir adak, o zamanda meşru idi. Belki de “Allah’ım erkek çocuk verirsen” demiş olabilir veya erkek çocuk talep etmiş olabilir.
Ayet metninde geçen “muharrer” ifadesi şunu ifade eder: “Tamamen hür olacak, onu başka bir şey ile meşgul etmeyeceğim.”
Veya “ibadete kendini veren âbid biri olacak.”
إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ “Şüphesiz Sen Semi’ – Alîm’sin.”
Sen benim sözümü ve niyetimi işitir ve bilirsin.
36- فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ إِنِّي وَضَعْتُهَا أُنثَى “Onu doğurunca, “Rabbim!” dedi, onu kız doğurdum.”
Hz. Hanne bu ifadeyi Rabbine tahassür ve hüzün ile söyledi. Çünkü bir erkek çocuğu olacağını umuyordu ve bundan dolayı onu Beyt-i Makdis’e hizmete vermeyi adamıştı.
وَاللّهُ أَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْ “-Oysa Allah, onun ne doğurduğunu en iyi bilendir.-”
وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالأُنثَى “Erkek, kız gibi değildir.”
Bu iki cümle, Hz. Meryem’in kelâmı içinde yer alan ara cümlelerdir.
وَإِنِّي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ “Ona Meryem adını verdim.”
Meryem, onların dilinde “Allaha ibadet eden” demektir.
Hanne’nin bunu Rabbine zikretmesi, O’nun kurbiyetine mazhar olması ve çocuğunu koruyup salihlerden kılması içindi.
Ta ki Meryem’in yaptıkları kendi adına yakışır olsun.
Ayette; isim, müsemma ve isimlendirmenin birbirinden farklı şeyler olduğuna bir delil vardır.
وِإِنِّي أُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ “Onu ve neslini kovulmuş şeytandan senin korumana bırakıyorum.”
Hz. Peygamber şöyle buyurur:
“Doğan her çocuğa doğumu anında şeytanın bir dokunması vardır, bundan dolayı çocuk ağlar. Ancak Meryem ve oğlu bundan hariçtir.”
Yani, şeytan her çocuğun vesvese ile etkilenmesinden ümit içindedir. Ancak Meryem ve oğlu bundan müstesnadır. Çünkü Allah-u Teâlâ bu istiazenin bereketi ile onları şeytandan korumuştur.
37- فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ “Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu.”
Adak hususunda, adakların kabul edildiği güzel bir vecihle erkek yerine O’nu kabul etti.
Doğumundan sonra büyümeden ve henüz daha Mescid-i Aksaya hizmete uygun hale gelmeden kabul etti.
Rivayete göre Hanne, Meryem’i dünyaya getirdiğinde onu bir beze sardı, Mescid-i Aksaya getirdi, oradaki hahamlara bırakıp “buyurun, bu adağımdır” dedi. Ona sahip çıkmak için adeta yarıştılar, çünkü önderlerinin kızı idi. Hz. Zekeriya “ben ona daha layığım, teyzesinin kocasıyım” deyince kabul etmediler, ancak kur’a çekmeye razı oldular. Hahamların sayısı yirmi yedi idi.
Bir nehre vardılar, kalemlerini suya bıraktılar, Hz. Zekeriya’nınki su üstünde kaldı, diğerleri battı. Bunun üzerine Hz. Meryem’in terbiyesini Hz. Zekeriya üstlenmiş oldu.
وَأَنبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا “Ve onu güzel bir şekilde yetiştirdi.”
Bu ifade, Meryemin bütün hallerinde güzel bir terbiye ile terbiye edildiğini anlatan mecazî bir anlatımdır.[1>
وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا “Ve onu Zekeriyya’nın himayesine verdi.”
كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِندَهَا رِزْقاً “Zekeriyya ne zaman onun bulunduğu mihraba girse, yanında bir rızık bulurdu.”
Ayetteki “mihrab” kelimesi, Hz. Meryem için yapılan odayı ifade eder. Veya mescid veya mescidin en eşref ve eski yeri olabilir. Buna “mihrab” denilmesi, şeytanla muharebe yeri olmasındandır. Buna göre, Meryemin Beyt-i Makdisin en eşref yerine yerleştirildiği söylenebilir.
Rivayete göre Meryemin yanına başkası girmezdi. Hz. Zekeriya çıktığında, O’nun üzerine yedi kapı kapatırdı.
Hz. Zekeriya O’nun yanında yazdın kış, kışın yaz meyveleri görürdü.
قَالَ يَا مَرْيَمُ أَنَّى لَكِ هَذَا “Meryem! Bu sana nereden geldi?” dedi.”
“Kapılar kapalı iken mevsim dışı bu rızık sana nerden geliyor?”
Bu rivayet, evliyanın kerametinin cevazına bir delildir.
قَالَتْ هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ “Dedi: “O, Allah katındandır.”
“Buna hayret etme, Allah katından geliyor.”
Denildi ki: Hz. İsa gibi annesi de daha bebekken konuştu. Meryem, süt emmedi. Rızkı, kendisine cennetten gelirdi.
إنَّ اللّهَ يَرْزُقُ مَن يَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ “Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.”
“Biğayri hisab”
-“Sayılmayacak kadar çok
-Veya liyakat olmadan sırf bir lütuf olarak verir” manasını ifade eder.
“Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.” ifadesi Hz. Meryemin veya Hz. Zekeriya’nın sözü olabileceği gibi, Allahın sözü de olabilir.
Rivayete göre Hz. Fatma Hz. Peygambere iki parça ekmek ve birazcık et hediye etti. Hz. Peygamber sonra kızına döndü “kızım, gel” dedi. Hz. Fatima tabağın üstünü açınca ekmek ve etle dopdolu olduğunu gördü. Hz. Peygamber sordu: “Bu sana nerden geldi?”
Hz. Fatıma ayetin ifadesini kullanarak “O, Allah katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.” dedi. Bunun üzerine peygamber şöyle buyurdu: “Allaha hamdolsun ki Seni İsrailoğullarının hanımefendisinin bir benzeri kıldı.”
Sonra Hz. Ali, Hasan ve Hüseyini ve ehl-i beytini topladı, doyuncaya kadar yediler. Yemek ise olduğu gibi kaldı, kalanı komşulara dağıtıldı.
38- هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُ “Orada Zekeriya, Rabbine dua etti.”
Hz. Zekeriya Hz. Meryemin kerametini ve Allah nezdinde konumunu görünce orada dua etti.
قَالَ رَبِّ هَبْ لِي مِن لَّدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً “Dedi: “Ya Rabbi! Bana katından temiz bir nesil hibe et.”
Denildi ki: Mevsim dışı meyveleri görünce yaşlı, kısır bir insandan çocuk doğabileceğini düşündü. “Hibe et” demesi, istediği çocuğun alışılmış tarz dışında ve sebepler ötesi olmasındandır. إِنَّكَ سَمِيعُ الدُّعَاء “Şüphesiz sen, duayı hakkıyla işitensin.”
39- فَنَادَتْهُ الْمَلآئِكَةُ وَهُوَ قَائِمٌ يُصَلِّي فِي الْمِحْرَابِ “Zekeriya namaz kılarken melekler ona şöyle seslendiler:”
أَنَّ اللّهَ يُبَشِّرُكَ بِيَحْيَى مُصَدِّقًا بِكَلِمَةٍ مِّنَ اللّهِ وَسَيِّدًا وَحَصُورًا وَنَبِيًّا مِّنَ الصَّالِحِينَ “Şüphesiz Allah sana, Allahtan bir kelimeyi tasdik edici, efendi, nefsine hâkim ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya’yı müjdeliyor.”
Burada melaikeden murat Hz. Cebraildir.
“Allahtan bir kelime”, Hz. İsadır.
Hz. İsaya “Allahın kelimesi” denilmesi, baba olmadan “ol” emriyle kendisine vücut verilmesindendir. Böylece O’nun hâli, sıra dışı harikalar olan emir âlemine benzetilmiştir.
“Allahın kelimesinden” murat, Allahın kitabı da olabilir.
Hz. Yahya, kavminin önderi idi, onların fevkinde meziyetlere sahipti. Asla bir günaha niyetlenmedi.
Nefsini şehvanî şeylerden, eğlencelerden uzak tutuyordu. Ayette bu, “hasur” kelimesiyle ifade edilmiştir.
Anlatılır ki, çocukluğunda diğer çocuklar kendisini oyuna çağırdığında “Ben oyun için yaratılmadım” demişti.
Ayrıca salihler neslinden idi,
O, büyük ve küçük günah işlememişti.
40- قَالَ رَبِّ أَنَّىَ يَكُونُ لِي غُلاَمٌ وَقَدْ بَلَغَنِيَ الْكِبَرُ وَامْرَأَتِي عَاقِرٌ “Zekeriya dedi: Ya Rabbi, bana ihtiyarlık gelip çattı, karım ise kısırdır, benim nasıl oğlum olabilir?.”
Hz. Zekeriya’nın kendisinin çocuğu olmasını uzak görmesi, âdetullah ve sebepler açısından idi.
Veya bu sorusu, hayretinden, nasıl olacağının keyfiyetinden de olabilir.
Kendisi doksan dokuz, hanımı doksan sekiz yaşında idi.
قَالَ كَذَلِكَ اللّهُ يَفْعَلُ مَا يَشَاء “Allah dedi: Öyledir, fakat Allah dilediğini yapar.”
Bir pir-i fâni ve kısır bir hanımdan çocuk dünyaya gelmesi gibi, Allah daha ne hayret verici fiiller yapmaktadır.
41- قَالَ رَبِّ اجْعَل لِّيَ آيَةً “Zekeriya dedi: “Rabbim! Bana bir alâmet ver.”
Hz. Zekeriyanın buna bir işaret istemesi, hanımının hamile olduğunu anlayıp sevinçle bunu karşılaması, buna şükretmesi ve bekleme sıkıntısını ortadan kaldırması içindi.
قَالَ آيَتُكَ أَلاَّ تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلاَثَةَ أَيَّامٍ إِلاَّ رَمْزًا “Allah dedi: Senin için alâmet, insanlara üç gün konuşamamandır, ancak remzen (konuşabilirsin).”
Bunun hikmeti, bu üç günde nimetin hakkını vererek Allah’ı daha ziyade zikretmesi ve O’na şükretmesidir.
Ancak el veya baş işareti ile konuşabilirsin.
وَاذْكُر رَّبَّكَ كَثِيرًا “Rabbini çokça zikret.”
Konuşamayacağın bu günlerde Allah’ı çokça zikret.
Sadece “Rabbini zikret” denilmeyip “Rabbini çokça zikret” denilmesi, zikirde aynı şeyleri söylemenin tekrar olmadığını ifade eder.[2>
وَسَبِّحْ بِالْعَشِيِّ وَالإِبْكَارِ “Ve sabah akşam tesbih et.”
Ayet metnindeki “Aşiy”, güneşin öğle vakti zirve noktasından meyledip batışına kadarki vaktini ifade eder. İkindiden veya güneşin batmasından gecenin ilk kısmının gitmesine kadarki vakit olduğu da söylendi.
42- وَإِذْ قَالَتِ الْمَلاَئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَاكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفَاكِ عَلَى نِسَاء الْعَالَمِينَ “Hani melekler şöyle demişti: Ey Meryem! Allah seni seçti, seni tertemiz yaptı ve seni dünya kadınlarına karşı seçti.”
Meleklerin Hz. Meryem’le konuşmaları, O’nun için bir keramettir. Kerameti inkâr edenler, bunu Hz. Zekeriya’nın bir mu’cizesi veya Hz. İsa’nın nübüvvetine bir hazırlık olduğunu iddia ettiler. “Biz senden önce de, o beldelerin ahalisinden ancak kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber olarak gönderdik.” (Yusuf, 109) ayetinin ifade ettiği, gibi hiçbir kadına nübüvvet verilmediği hususunda icma olduğunu nazara verdiler.[3>
Meleklerin bunu şifahen değil, ilham yoluyla söylediği de nazara verilmiştir.
Ayette Hz. Meryem’le ilgili iki defa “Allah seni seçti” ifadesi geçer. Bunlardan birincisi
-Daha önce Beyt-i Makdise kız kabul edilmezken Hz. Meryem’in kabul edilmesi,
-Tamamen ibadetle meşgul olması,
-Cennet rızıkları gönderilerek çalışmaya ihtiyacı olmaması,
-Kadınlarda bulunabilen nahoş hallerden temiz kılınmasıdır.
İkincisi ise,
-Hidayet üzere olması,
-Meleklerin kendisine gönderilmesi,
-Babasız çocuk sahibi olmak gibi parlak kerametlere mazhar kılınması,
-Yahudilerin iftirasından henüz yeni doğmuş bebeğinin konuşmasıyla kurtulması,
-Hem kendisinin hem de oğlunun âlemlere ibret olması gibi durumlardır.
43- يَا مَرْيَمُ اقْنُتِي لِرَبِّكِ وَاسْجُدِي وَارْكَعِي مَعَ الرَّاكِعِينَ “Ey Meryem! Rabbine divan dur ve secdeye kapan ve rükû’ edenlerle beraber rükû’ et.”
Namazın rükünleri de nazara verilerek, Hz. Meryem’e cemaatle namaz kılması ve namaza ihtimam göstermesi emredildi.
Secdenin rükû’dan önce zikredilmesi
-Ya onların şeriatında böyle olmasından
-Veya vav harfinin tertib gerektirmediğine tenbihte bulunmak için,
-Veya rükû’suz namaz kılanların namazının namaz olmadığını bildirmek içindir.
Ayet metninde geçen kunut’un (Zümer, 9) ayetinde olduğu gibi taati devam ettirmek anlamında, sücudun (Kâf, 40) ayetinde olduğu gibi namaz anlamında, rükû’nun da Allaha boyun eğme anlamında olduğu söylendi.
44- ذَلِكَ مِنْ أَنبَاء الْغَيْبِ نُوحِيهِ إِلَيكَ “İşte bu, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir.”
Sana anlatılan bu kıssalar, ancak vahiyle bilinebilecek gayb haberlerindendir.
وَمَا كُنتَ لَدَيْهِمْ إِذْ يُلْقُون أَقْلاَمَهُمْ أَيُّهُمْ يَكْفُلُ مَرْيَمَ “Meryem’i kim himayesine alıp koruyacak?” diye kalemlerini (kur’a için) atarlarken sen yanlarında değildin.”
Denildi ki: Bir teberrük olarak, kendisiyle Tevrat yazdıkları kalemleriyle kur’a çektiler.
Ayette “Sen onların yanında değildin” şeklinde bir üslûb kullanılması, Kur’anın vahiy olduğunu inkâr edenlere karşı tehekküm (ince bir alay) üslûbuyla bunu anlatmaktadır.
Çünkü olayları bilmenin yolu,
-Ya bizzat görmek (müşahede-gözlem),
-Veya bunu duymaktır.
Hz. Peygamberin bunu işitme yoluyla bilmediği onlar nezdinde de malumdur, şüphesizdir. Böyle olunca geriye ancak diğer ihtimal, yani bizzat görmek kalır, bunu da aklı başında hiçbir insan iddia edemez.
وَمَا كُنتَ لَدَيْهِمْ إِذْ يَخْتَصِمُونَ “(Bu hususta) tartışırlarken de yanlarında değildin.”